1 Ocak 2018 Pazartesi

Protocol for Constitutions

Protocol for Constitutions


We declare to the world that according to the principle put by this
Protocol we accept
SPEEEs' (Socio-Politico-Economic-Ecologic-Entities') eco-cultural diversity,
each SPEEE has right to make their own laws and implement them to their members,
we deny
any monopoly to any SPEEE,
to reduce the multiplicity of SPEEEs to singularity to protect and practice those rights and prevent the degeneration of
eco-librium of SPEEEs and their natural environments we will organise
institutions to establish justice and guide with truth to peace, unless the God wills otherwise.

Article 1. Each SPEEE as a socio-politico-economic-entity decides her own form of administration herself and names herself.


Article 2. Within the framework of this Protocol, law making and implementing their own laws to their own members, ruling power belongs to SPEEEs.

Article 3. No SPEEE can impose their laws to other SPEEEs. SPEEEs can judge their members according to their own laws.

Article 4. Laws of SPEEEs are in effect on their members in all time and space.

Article 5. Each member of an SPEEE has the right to obtain termination of membership according to the laws of the SPEEE.


Article 6. SPEEEs decide their aims and duties according to their laws but those cannot be in contradiction to the principles of this
Protocol.

Article 7. Inter SPEEE laws can be made and institution can be organised by SPEEEs according to the principles of this Protocol.

Constitutions in loop

Constitutions in loop

Steven Weinberg narrates :->


"In 1983, shortly after coming to Texas, I was invited to testify
before a committee of the Texas Senate on a regulation that
forbade the teaching of the theory of evolution in state-purchased
high-school textbooks unless equal emphasis was given to creationism.
One of the members of the committe asked me how the state could
support the teaching of a scientific theory like evolution that
was so corrosive of religious belief. I replied that just as it
would be wrong for those who are emotionally committed to atheism
to give evolution more emphasis than would be otherwise appropriate
in teaching biology, so it would be inconsistent with the First
Amendment to give evolution less emphasis as a means of protecting
religious belief. It is simply not the business of the public
schools to concern themselves one way or the other with the
religious implications of scientific theories. My answer did not
satisfy the senator because he knew as I did what would be the
effect of a course in biology that gives an appropriate emphasis
to the theory of evolution. As I left the committe room, he
muttered that "God is still in heaven anyway.' Maybe so, but
we won that battle;.....but there are many places (today specially
in Islamic countries) where this battle is yet to be won and
no assurance anywhere that it will stay won."

Thus executed Weinberg the First Amandment in the name of scientific
theories which are metamorphosed into revelations of God by his
bewitchment.

> John Rickert writes:
> > In his Farewell Address, Washington said:
>
> > Of all dispositions and habits which lead to political
> > prosperity, RELIGION and morality are indispensable supports.
    (political-prosperity,religion,support)

> > and public felicity.  Let it simply be asked where is the
> > security for property, for reputation, for life, if the sense
> > of RELIGIOUS obligation _desert_ the oaths, which are the
> > instruments of investigation in Courts of Justice? ...
    (religious-obligation,justice)

> > [R]eason and experience both forbid us to expect National
> > morality can prevail in exclusion of RELIGIOUS principle.
    (national-morality, religious-principle)

> ... But notice that even the Washingotn quote cited above speaks
> of the value of religious values, not Christianity.
> That's an important distinction.


INDEED SO :->

 "The fourth major reform of the National Assembly was the Civil
Constitution of the Clergy. This had nothing to do with the doctrinal
matters but concentrated on the reorganization of the episcopal
structure and the status of the clergymen as civilians. Since the
National Assembly had taken over the church lands and issued bonds,
certificates, and paper money (_assignats_) with those lands as
security, it now assumed the obligation of clergymen's salaries. In
return, the Civil Constitution required that the clergy be elected and
that they take an oath of loyalty "to be faithful to the nation, to
the  law, and to the King, and to maintain with all [their] power
the Constitution decreed by the National  Assembly and accepted by the
King [2]."

[2] Garraty, John A. and Peter Gay, ed. _The Columbia History of the
    World_. New York: Harper and Row, Publishers, 1981. pg. 767.


[Amendment of ARTICLE ONE]

CONGRESS shall make no LAW respecting an ESTABLISHMENT of RELIGION...

(the Constitution of THE USA)
(key-words: Congress, law, establishment, religion)


I think it is time to make this Amendment more picturesque ? :->

[Further Amendment of ARTICLE ONE]

CONGRESS shall make no LAW respecting an ESTABLISHMENT of RELIGION -
except of its own as it shall be ESTABLISHED by LAW made by CONGRESS....

(the Constitution of THE USA)
(key-words: Congress, law, establishment, religion)

Just because Pharaoh said :-> "Moses will alter your RELIGION."

:->ROTFL


> Anatole Wilson


"the recent reform of the constitution in Costantinople
(i.e. the revolution) is entirely due to the American
mission." They have so educated the country (without
touching the politics) that public opinion rejoiced
in reform. They have colleges all over Syria, and Asia Minor,
and in Constantinople (mostly self-supporting) and in
all of them the religious side is emphasised: also
every school is a mission station'.
Lawrence of Arabia; by J Wilson; pp.60.

Kur’an’da “HUKM”

Kur’an’da “HUKM”
KUR’AN’DA “HÜKM” KAVRAMI Kur’an’da hakeme kelimesi “hüküm vermek” manasında geçiyor. hakeme
40/48 [Ateşin içinde tartışırlarken] büyüklük taslayanlar dediler ki: Hepimiz onun içindeyiz; Allah, kulları arasında hükmü vermiştir innallahe hakeme beyne’l ibad). hakemte
5/42 … ve eğer hüküm verirsen aralarında insaf ile hüküm ver  ve in hakemte fahküm beynehüm bil kıst); Allah insaf ile davrananları sever  innallahe yuhibbül muksitıyn). hakemtüm
4/58 Allah size emanetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi  ve iza hakemtüm beynennasi en tahkümu bil ‘adli) emreder; Allah size böylece ne güzel öğüt veriyor; muhakkak ki Allah, işitendir, bilendir. fe ahkümu
3/55 … sonra dönüşünüz Bana olacaktır; ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında Ben hüküm vereceğim. tahküm
4/105 Biz sana Kitab’ı hakk (gerçek) olarak indirdik, ki insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde hüküm veresin; hainlerin savunucusu olma.
39/46 Allah’ım, Sen gökleri ve yeri çatlatarak açan  faatır); görünmeyeni ve görüneni bilen, ancak Sen, ihtilaf ettikşeri şeylerde kullarının arasında hüküm verirsin ente tahkümü beyne ibadike fi ma kanuu fihi yahtelifuun). tahkümuu
4/58 Allah size emanetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi  ve iza hakemtüm beynennasi en tahkümu bil ‘adli) emreder; Allah size böylece ne güzel öğüt veriyor; muhakkak ki Allah, işitendir, bilendir. tahkümuune
10/35 De ki; sizin ortak koştuklarınızdan hakka yol gösterecek var mı? De ki, Allah hakka iletir  kul illahi yehdi ilel hakk); hakka ileten mi uyulmaya daha layıktır, yoksa kendisi doğru yola iletilmedikçe doğru yolu bulamayan mı? O halde neyiniz var, nasıl hükmediyorsunuzkeyfe tahkümuun).
37/154 Neyiniz var, nasıl hükmediyorsunuzma leküm, keyfe tahkümuun).
68/36 Neyiniz var, nasıl hükmediyorsunuzma leküm, keyfe tahkümuun).
68/39 Yoksa sizin, istediğiniz hükmü verebileceğinize dair kıyamete kadar sürecek andlarınız mı var üzerimizde? em leküm eymanun bi lugatun ila yevmil kıyameti inne leküm lema tahkümuun). yahkümu
2/113 … Allah onların [hristiyanlarla yahudilerin] aralarında ihtilafa düştükleri şey hakkında Kıyamet günü hükmünü verecektir.
2/213 İnsanlar bir tek ümmet idi, sonra Allah, peygamberleri müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi; onlarla beraber de, anlaşmazlığa düştükleri konularda insanlar arasında hükmetmek üzere, Kitab’ı hak olarak indirdi ve enzele mea’ahüm’ül kitabe bil hakki li yahküme beynennasi fima’htelefu fihi) …
3/23 Baksana, Kitab’dan kendilerine bir nasib verilmiş olanlar, aralarında hüküm vermesi için Allah’ın Kitabına davet ediliyorlar da, sonra onlardan bir fırka yüz çevirip dönüyor.
4/141 [Münafıklar] sizi gözetleyip dururlar; eğer size Allah’tan bir fetih nasib olursa; “Biz de sizinle beraber değil miydik?” derler; ve eğer savaşta kafirlerin bir payı olursa: “Biz size üstünlük sağlayıp sizi mü’minlerden korumadık mı?” derler; artık Kıyamet gününde Allah, aranızda hüküm verecek ve mü’minlere karşı kafirlere asla yol vermeyecektir.
5/1 … Allah, murad ettiği şekilde hükmünü verir innallahe yahkümü ma yuriyd).
5/44 … kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kafirlerdir ve men lem yahkümu bi ma enzelallahu fe ulaike hümül kafirun).
5/45 … kim Allah’ın indirdiği ile hümetmezse, işte onlar zalimlerdir ve men lem yahküm bima enzelallahu fe ulaike hümüz zalimuun).
5/47 İncil sahipleri Allah’ın indirdiği ile hükmetsinler, kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar fasıklardır. 5/95 [ihramda avlanmayla ilgili] … içinizden iki adil kişinin hüküm vereceği … 7/87 [Şuayb] “Eğer içinizden bir kısmı benimle gönderilene inanmış, bir kısmı da inanmamış ise, Allah aranızda hüküm verinceye kadar sabredin; O, hüküm verenlerin en iyisidir ve hüve hayrul haakimiyn).
10/109 12/80 13/41 16/124 22/56 22/69 24/48 24/51 39/3 İyi bilin ki halis din dinül halis) Allah’ındır; O’ndan başka veliler edinenler; “biz bunlara sırf bizi Allah’a yaklaştırdıkları için tapıyoruz” diyenler; şüphesiz Allah onlar arasında ayrılığa düştükleri konuda hükmünü verecektir; Allah, yalancı ve nankör  keffar) kimseyi doğru yola iletmez.
60/10 … bu size Allah’ın hükmüdür, aranızda böyle hükmediyor; Allah bilendir, hakiymdir. yahkümani
21/78 yahkümuune
6/136 … ne fena hüküm veriyorlar saae ma yahkümuun).
16/59 … bak, ne fena hüküm veriyorlar elaa saae ma yahkümuun).
29/4 … ne fena hüküm veriyorlar saae ma yahkümuun).
45/21 … ne fena hüküm veriyorlar saae ma yahkümuun). ahküm
5/42 … ve eğer hüküm verirsen aralarında insaf ile hüküm ver ve in hakemte fahküm beynehüm bil kıst); Allah insaf ile davrananları sever innallahe yuhibbül muksitıyn).
5/48 5/49 21/112 38/22 38/26 yuhakkemuune
4/65 yuhakkemuneke
5/43 yuhkim
22/52 uhkimet
11/1 yetehaakemuu
4/60 hükm
3/79 5/43 5/50 6/57 12/40
Not: Sakir Kocabas’tan gelen son e-mail ekidir 14/8/2006 10:12 pm                                                    

Endulus’ten notlar...

Endulus’ten notlar...
> >> ben bu siralarda Endulus'le ilgili birkac kitap buldum onlari okuyorum, >> neler olmus neler bir bilsen ;-) bu muslumanlarin bu hengamede boyle 
>> ornegi tekrarlanamaz bir varlik gostemesi gercekten hayret edilecek 
>> birsey. 
> > Bize de anlat, merak ediyorum. 
> >> Endulus gercekten 500 yil kaynamis durmus, oradaki muslumanlar 
>> kendilerini ifade etmekte Osmanlilardan cok cok daha 
>> fazla dinamiklere sahipmis. 
> > Enduluste onlar 711-1492 yillari arasinda neredeyse 800 sene hukum 
> surduler. (Osmanlilar 600 sene kadar, 1299-1908; Abbasiler ise 780-1256 
> Mogol istilasina kadar 400 kusur sene). 
> > Osmanlilar Akdeniz'e acilacak donanmayi ancak 1400'lerin sonlarinda 
> insa edebildiler. 
> > Ote yandan, Endulus Emevi devleti, 1175'te ic kavgalar yuzunden 
> yarimadadaki hristiyanlara karsi ilk buyuk yenilgiyi aldilar. 
> 1250'lerde dogudan gelen Es'ari akimi, Endulus'te etkili olmaya 
> basladiktan sonra Endulus'te Ibn Rusd (1125-1198) gibi bilginlere 
> buyuk baski yaptilar. (Hatta kitaplarini yaktirip, Ibn Rusd'u de 
> idam etmek istediler, halife guc bela onu Kuzey Afrika'ya, Merakes'e 
> gonderdi.) Kisa bir sure sonra da 1175'te Endulus Emevileri ilk buyuk 
> yenilgiyi alip guneye cekilmek zorunda kaldi. Ondan sonra da guc 
> kaybetmeye devam ettiler. Son sehirleri de 1492'deki son saldirida 
> dustu. Kalanlar ya olduruldu, ya da zorla hiristiyanligi kabul 
> ettiler. Osmanli donanmasi 1500'lerde yarimadada kalan, baski altindaki 
> muslumanlari vadilerden ve daglardan kurtardi. Yahudileri de kurtarip 
> Istanbul'a getirdiler, sonrasini biliyorsun. 
> > Es'ariler Kitap'taki emr kelimesiyle ilgili ayetleri bir kenara birakip 
> "surekli yaratma" anlayisini savunuyorlardi. Bu da tabiattaki duzenliligi 
> inkar etmek demekti, dolayisiyla butun ilimleri inkar etmis oluyorlardi. 
> >> destek gelmedigi icin surdurememisler denebilir, ama o siralarda zaten 
>> dogudaki muslumanlar da Cengizin yikintisi altinda eziliyorlardi, fakat 
>> Osmanlilar yine de onlara destek verebilirdi saniyorum. 
> > Mogol istilasi 1254'te basladigi zaman Endulus devleti ilk buyuk 
> yenilgisini almisti zaten.
bu okudugum kitabi kutuphanede buldum, adi:
Moorish Architecture in Andalusia, Marrianne Barucand adinda bir kadin tarafindan hazirlanmis. Kadin 1985 den beri Sorbonne Universitesinde Islami Arkeoloji ve Sanat Tarihi profesoruymus. Kitap 1992 Benedikt Taschen Verlag GmbH Koln'de basilmis. Fotograflarini da Achim Bednorz, Mimari eserler fotografcisi cekmis. Icindeki tarihi bilgiler gercekten okumaya deger. Dedigin gibi muslumanlar Ispanya'da 800 yila yakin yasamislar. 3. Abdurrahman'in oglu Al Hakem (2.Hakem) oldugunde birtek oglu varmis 11 yasinda tahta geciyor, fakat o siralarda Hakemin Hazinedari Ibn Abi'Amir iktidari Hisamin zaafindan yararlanarak eline geciriyor, saltanati pekistirmek icin o kadar ileri gidiyor ki 2. Hakemin kutuphanesindeki bilimsel kitaplari yobazlara yaranmak icin bunlar dine aykiridir dedirtip bir guzel yaktiriyor. Bir de bundan sonra adini al-Mansur billah'a cikarip 1002 yilina kadar saltanat suruyor, sonra saltanati ogluna geciriyor fakat Abd el-Malik, o da saltanatta sekiz yil kaldiktan sonra bunun kucuk kardesi beceriksiz ABd er-Rahman basa geciyor fakat bunu savasta yenildi diye 1008'de olduruyorlar. Hisam bu arada hilafetini koruyor fakat bir kukla olarak. Bir kargasalik donemi basliyor, buyuk sehirlerdeki halkin sabri tastigindan bunlar Kordoba'da 1031 yilinda bir belediye hukumeti kuruyorlar bunun adi muluk el-tawaif (kucuk krallar yonetimi) bu da Kuzey Afrikali Almoravid hanedanligi isi devralana kadar suruyor. Bu kitaptan anladigima gore Enduluslu Emeviler baslangicta muslumanligin Peygamberimiz (s.a.s) taradindan arabistanda ve cevresinde muslumanligin yayilmasini saglayacak eylemlere benzer eylemler icinde olduklari icin basarili oluyorlar, o siralarda Ispanya'da yasiyan halkla icice bir hayat suruyorlar, mahalli krallarin kizlari emirlerle evleniyor, sosyal baglar oyle gelistiriliyor ki hiristiyanlar muslumanlarla birlesip hiristiyanlara karsi savasiyorlar ya da tersi oluyor, durum gerektirdiginde. Bu arada toplum icinde arap ve kuzey afrikali berber kabileleri toplumun ana yapisini olustururken ordu da parali askerlerden degil muslumanlarin kendilerinden olusturulmus oluyor. Fakat halkin arasinda bir takim yeni gruplar turuyorm bunlardan biri Mustaribuun (mozarablar, hiristiyanlar fakat araplastirilmis hiristiyanlar) digeri de Muwalladuun (egitilmis yeni muslumanlar, hiristiyanliktan donme muslumanlarin cocuklari). Bu guruplar sonradan yozlasarak Kuzey Afrikadan gelen Berberlerle birlikte habire isyanlar cikararak devleti zayif duruma dusuruyorlar, yoneticilerin muslumanlara guvenmeyip onlari ordudan uzaklastirarak yerine parali kolemenler ordusu kurmalariyla birlikte yapi kotuden kotuye bozulup sonunda tarih sayfasindan cekilip gidiyorlar. Benim anliyamadigim iste butun bu hengamede bile ortaya ahenkli bir sosyal, ekonomik, kulturel ve sanatkar, bilimsel essiz bir yapi ortaya cikarmis olmalari. Ne yazikki bu konularda yeteri tarihi bilgi yok, mesela adamlar bir sahane sehir kuruyorlar Medinetul Zehra adinda, sehir 40 yilda tamamlaniyor fakat bu isi nasil organize ettikleri belli degil. Isin acikli yani bu sehir 100 yil bile yasamadan ayak takimi tarafindan yerle bir ediliyor. Butun o Papanin , Bizans Imparatorunun elcilerinin agirlandigi salonlar falan o sehirdeymis.   

Law-clustered kavramlar.

Law-clustered kavramlar.
Bu 'millet', 'din' kavramlari 'law-clustered' kavramlardir. Bunlar 'kavim' ve 'ummet'le birlikte bir kavramlar ailesi olusturuyor. Those concepts are not constituted by a bundle of properties like 'kavim' did. Those concepts enter into great many 'ayets. They play great many roles and these ayets and inference rules constitute their meanings collectively, not individually. The examples by their use in the Kuran can be organized in such a way to present the perspectives of a type of their uses. And the collection of those schematic clusters represents the use of the concept. Those concepts cannot be represented by simple definitions, we need a cluster of schemata to represent them.
Bu kavramlari basit tanimlarla birini otekine indirmek onlari kullanilmaz hale getirip yozlastirmaktir. Sukru'nun yapmaya calistigi gibi.
Lawrence'in yarida biraktigi isi Sukru mu tamamlamaya calisiyor?

HEYA neden virussuz “MILLET”siz olamaz, iste ispati

HEYA neden virussuz “MILLET”siz olamaz, iste ispati
Türk Vatanı ve MILLETinin ebedi varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği MILLIyetçilik anlayışı ve O’nun inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda; Dünya MILLETleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak, Türkiye Cumhuriyetinin ebedi varlığı, refahı, maddî ve manevî mutluluğu ile çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde;
MILLET iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk MILLETine ait olduğu ve bunu MILLET adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı; Topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, millî sevinç ve kederlerde, millî varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve MILLET hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla ve “Yurtta sulh, cihanda sulh” arzu ve inancı içinde, huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu; TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve MILLET sevgisine emanet ve tevdi olunur.
MADDE 3- Türkiye Devleti, ülkesi ve MILLETiyle bölünmez bir bütündür.
MADDE 5- Devletin temel amaç ve görevleri, Türk MILLETinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.
MADDE 6- Egemenlik, kayıtsız şartsız MILLETindir. Türk MILLETi, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.
MADDE 7- Yasama yetkisi Türk MILLETi adına Türkiye Büyük MILLET Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.
MADDE 9- Yargı yetkisi, Türk MILLETi adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.
MADDE 14- (Değişik: 3/10/2001-4709/3 md.)Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve MILLETiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.
MADDE 15- Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, MILLETlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.
MADDE 16- Temel hak ve hürriyetler, yabancılar için, MILLETlerarası hukuka uygun olarak kanunla sınırlanabilir.
MADDE 26-(Değişik: 3/10/2001-4709/9 md.) Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve MILLETi ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.
MADDE 28- Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz.(Mülga: 3/10/2001-4709/10 md.)Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır.Devletin iç ve dış güvenliğini, ülkesi ve MILLETiyle bölünmez bütünlüğünü tehdit eden veya suç işlemeye ya da ayaklanma veya isyana teşvik eder nitelikte olan veya Devlete ait gizli bilgilere ilişkin bulunan her türlü haber veya yazıyı, yazanlar veya bastıranlar veya aynı amaçla, basanlar, başkasına verenler, bu suçlara ait kanun hükümleri uyarınca sorumlu olurlar. Süreli veya süresiz yayınlar, kanunun gösterdiği suçların soruşturma veya kovuşturmasına geçilmiş olması hallerinde hâkim kararıyla; Devletin ülkesi ve MILLETiyle bölünmez bütünlüğünün, millî güvenliğin, kamu düzeninin, genel ahlâkın korunması ve suçların önlenmesi bakımından gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunun açıkça yetkili kıldığı merciin emriyle toplatılabilir. Toplatma kararı veren yetkili merci, bu kararını en geç yirmidört saat içinde yetkili hâkime bildirir; hâkim bu kararı en geç kırksekiz saat içinde onaylamazsa, toplatma kararı hükümsüz sayılır. Türkiye’de yayımlanan süreli yayınlar, Devletin ülkesi ve MILLETiyle bölünmez bütünlüğüne, Cumhuriyetin temel ilkelerine, millî güvenliğe ve genel ahlâka aykırı yayımlardan mahkûm olma halinde, mahkeme kararıyla geçici olarak kapatılabilir. Kapatılan süreli yayının açıkça devamı niteliğini taşıyan her türlü yayın yasaktır; bunlar hâkim kararıyla toplatılır. Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dille eğitim ve öğretim yapan okulların tabi olacağı esaslar kanunla düzenlenir. MILLETlerarası andlaşma hükümleri saklıdır.
MADDE 58- Devlet, istiklâl ve Cumhuriyetimizin emanet edildiği gençlerin müsbet ilmin ışığında, Atatürk ilke ve inkılâpları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve MILLETiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbirleri alır.
MADDE 68-Siyasî partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve MILLETiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, MILLET egemenliğine, demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez. Türkiye Büyük MILLET Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen veya açıkça benimsendiği yahut bu fiiller doğrudan doğruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde işlendiği takdirde, söz konusu fiillerin odağı haline gelmiş sayılır.
MADDE 74- (Değişik: 3/10/2001-4709/26 md.) Vatandaşlar ve karşılıklılık esası gözetilmek kaydıyla Türkiye’de ikamet eden yabancılar kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikâyetleri hakkında, yetkili makamlara ve Türkiye Büyük MILLET Meclisine yazı ile başvurma hakkına sahiptir. (Ek fıkra: 12/9/2010-5982/8 md.) Türkiye Büyük MILLET Meclisi Başkanlığına bağlı olarak kurulan Kamu Denetçiliği Kurumu idarenin işleyişiyle ilgili şikâyetleri inceler.(Ek fıkra: 12/9/2010-5982/8 md.) Kamu Başdenetçisi Türkiye Büyük MILLET Meclisi tarafından gizli oyla dört yıl için seçilir. İlk iki oylamada üye tamsayısının üçte iki ve üçüncü oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğu aranır. Üçüncü oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan iki aday için dördüncü oylama yapılır; dördüncü oylamada en fazla oy alan aday seçilmiş olur. I. Türkiye Büyük MILLET MeclisiA. Kuruluşu
MADDE 75- (Değişik: 17/5/1987 - 3361/2 md.; 23/7/1995- 4121/8 md.)Türkiye Büyük MILLET Meclisi genel oyla seçilen beşyüzelli MILLETvekilinden oluşur.B. MILLETvekili seçilme yeterliliği
MADDE 76- (Değişik: 13/10/2006-5551/1 md.) Yirmibeş yaşını dolduran her Türk MILLETvekili seçilebilir. Devlet sırlarını açığa vurma, terör eylemlerine katılma ve bu gibi eylemleri tahrik ve teşvik suçlarından biriyle hüküm giymiş olanlar, affa uğramış olsalar bile MILLETvekili seçilemezler. Silahlı Kuvvetler mensupları, görevlerinden çekilmedikçe, aday olamazlar ve MILLETvekili seçilemezler.

Not: Benden bu kadar, gerisini siz tamamlayin ;-) Bunlarin viruslu “MILLET”’li HEYAsini ben bile duzeltemem, gelsin Hortliyasica HEYA Profesorleri, Ordinaryus Profesorleri gelsin duzeltsin, bana ne be ;-)

CokYasal Protokol’un Almancasi Merkel’e hediyemiz olsun!!

CokYasal Protokol’un Almancasi Merkel’e hediyemiz olsun!!
Grand Sen~or wrote: > On 12 Aug, 20:17, "Acephale Lemar" <noma...@org.invalid> wrote: >> Grand Sen~or wrote: >>> Haklisin tesekkur ederim duzelttigin icin, su bizim Taslak Anayasayi >>> Almanca'ya ne zaman cevireceksin? >> Taslak Anayasa'na gelince, sorularima cevap verdigin zaman. Giris >> kismini yeniden ifade etsen, öyle cetrefilli, farkli anlasilir türde >> degil, isimi kolaylastirir. > sen anladigin kadarini cevir yeter.
Sorumluluk sana ait ;-), eh, birazcik Almanca anliyorsun herhalde, anlamakta zorlandigin kisimlari sonra düzenleriz, hatta o Mogol bile gösterebilir maharetini, kerata Alamanca biliyor olmali. > GIRIS
Einleitung > Her SPEE'nin insanlarin toplumsal yasama hak ve hurriyetlerine sahip > oldugu inanciyla hareket eden, her turlu teke indirgemeciligi > reddeden, SPEEsel farkliliklari eko-kulturel gercek olarak goren bir > denge ve adalet anlayisina sahip, SPEElerin yasal bagimsizligina > dayanan, bu bagimsizligi saglamak ve korumak icin kurulacak kurum ve > kurallari duzenleyen bu Anayasayla insan haysiyet ve serefine > yakisir, baris icinde bagimsizligi gerceklestirmeye sozlesmis > oldugumuzu butun aleme bildiririz.
Wir erklären vor aller Welt, dass wir mit dieser Verfassung eine der Würde und Selbstachtung des Menschen angemessene, friedliche Unabhängigkeit zu realisieren übereingekommen sind. Sie beruht darauf, dass jede SPEE= social political economical entity vom Glauben(Überzeugung?, Motiv?)) geleitet wird (die Aufgabe hat?), das Recht der Menschen auf soziale(gemeinschaftliche?) Gesetzgebung und (soziale? Freiheiten zu gewährleisten; sie lehnt jede Form von Monopolismus (wie Oligarchie, Junta, Diktatur) strikt ab und anerkennt die Differenzen zwischen den SPEEs als ökonomisch-kulturelle Wirklichkeit sowie das Recht jeder SPEE auf rechtliche Unabhängigkeit (sie darf eine andere, eigene Verfassung haben) entscheidet über die für deren Sicherheit und Schutz zu gründenden Institutionen und verbindlichen Normen für sie. (Ayrac icindeki tercihler sadece tekliftir, baska türlü cevirmek de mümkün, meramini tam anladigimdan emin olmadigim icin böyle yapmak zorunda kaldim. Pek de memnun degilim, beraber daha iyisini yapariz.) Baska bir ceviri söyle de olabilir: Mit dieser Verfassung, die darauf beruht, dass jede SPEE für die gemeinschaftliche Gesetzgebung und Freiheitsrechte ihrer Mitglieder zuständig ist, jede Form vom Monopolismus ablehnt, die Unterschiede zwischen den SPEEs als ökonomisch-kulturelle Wirklichkeit versteht/wahrnimmt, die legislative Freiheit/ Unabhängigkeit der SPEEs anerkennt, über die für deren Sicherheit und Schutz zu gründenden sowie zu geltenden Normen entscheidet, erklären wir vor aller Welt unseren Willen, eine der Würde und der Selbstachtung ("seref" gibi kavramlar batida tam yok, Almanca "Ehre" namus, seref manasini tasir, fakat icerigi farklidir, bundan dolayi "özsaygi"nin karsiligini tercih ettim) des Menschen angemessene, friedliche Unabhängigkeit verwirklichen (realisieren). > MADDELER
("madde" yerine ilke ya ya *kalin* rakamlar ki "madde"yi karsilar kullandigin manada) > Madde 1: Birer sosyo-politiko-ekonomik yasal entite olarak her SPEE > kendi yonetim sekline kendi karar verir, adini da kendi koyar.
Als eine sozial-politisch-ökonomisch-legale Entität entscheidet jede SPEE über ihre Regierungsform sowie deren Name (Benennung). > Madde 2: Bu anayasa cercevesinde hukmetmek SPEElere aittir. SPEEler > hukmetme haklarini bu anayasa cercevesinde yasama, yurutme ve yargi > organlariyla saglarlar.
Im Rahmen dieser Verfassung regiert/handelt (=hükmetmek burada, yoksa entscheiden, urteilen, herrschen gibi baska fiiller de mevzubahis olabilir) jede SPEE autonom (Eger "hükmetmek" ile yasamak hakkini kasdediyorsan söyle: Im...ist jede SPEE für ihre Legislative/ Rechtsprechung zuständig.) Das Recht auf die Regierung(-sgewalt) wird durch die (drei Gewalten) Legislative, Judikative und Exekutive sicher gestellt. > Madde 3: Hicbir SPEE kendi yasalarini diger SPEElere dayatamaz, diger > SPEE uyelerini kendi yasalarina gore yargilayamaz.
Keine SPEE hat das Recht, ihre Gesetze anderen SPEEs gewaltsam aufzuzwingen noch die Mitglieder anderer SPEEs nach ihren Gesetzen zu richten. > Madde 4: SPEEsel yasalar uyeleri icin uyelerin bulundugu butun zaman > ve mekanlarda gecerlidir, hicbir uye hicbir zaman ve makanda uyesi > oldugu SPEE'nin yasalari disina cikamaz.
Die (jeweiligen) Gesetze jeder SPEE ist für deren Mitglieder überall und zu jeder Zeit verbindlich, kein Mitglied darf diese Gesetze zu keiner Zeit und an keinem Ort missachten. > Madde 5: Her SPEE uyesi ait oldugu SPEE'ye uye olmaktan dogan yasal > sorumlulugu cercevesinde uyelikten cikma hakkina sahiptir.
Jedes Mitglied einer SPEE hat das Recht, im Rahmen seiner rechtlichen Verantwortung, die aus der Mitgliedschaft zur SPEE resultiert, aus dieser Gemeinschaft auszutreten. > Madde 6: SPEEler amac ve gorevlerini yasalarina gore kendileri > saptar, ancak bu amac ve gorevler bu anayasada belirtilen maddelerle > celiskili olamaz.
Die SPEEs legen ihre Ziele und Aufgaben gemäß ihren Gesetzen, ohne dass diese Ziele und Aufgaben im Kontrast/Widerspruch zu den Grundsätzen dieser Verfassung stehen dürfen. > Madde 7: SPEEler arasi yasalar ve bu yasalara dayali yurutme ve yargi > organlari SPEEler tarafindan bu anaysaya gore duzenlenir
Die Gesetze für die Beziehungen zwischen den SPEEs und die daraus resultierenden Organe der Exekutive und Judikative werden von den SPEEs gemäß dieser Verfassung erlassen. --------------------- Epey zamanimi aldi, ama sözümü tuttum, gerisi= darisi senin basina. ;-) Sorularina sorularla karsilik vermek zorunda kalabilirim, bilmende yarar var. Adimi_mahlasimi anmadan kullanabilirsin, telif hakki filan talep etmiyorum. Hayrini gör.

Nilgun’e cevap, Sekularo-fascistlerin isine son.

Nilgun’e cevap, Sekularo-fascistlerin isine son.
Nilgun Hanim dediniz ki " Herkes TC de seküler yasanın dindarlara dayatıldığından söz edip duruyor; ya ateistin hakları? Bir ateist her gün hoparlörleri sonuna kadar açılmış camilerden ezan dinlemek zorunda mı? Diyanetin kuran kursları için vergi vermek, İslam dini bayramlarında tatil yapmak, cenazesi camiden kaldırılmak?? Demek ki, TC de dindarın hakkı kısıtlandığı kadar ateistin de, devletin yasağı ile değil ama dindarın lehine izniyle, örneğin sakin bir sabaha uyanma hakkı kısıtlanmış oluyor. "
Bendeniz sekularo-fascistlerin kendi yasalarini diger SPEElere dayatiyor derken, sizin yukarida tasvir ettiginiz durumun bundan kaynakladigini soylemek istiyorum. Bu kadar coklu SPEElerin var oldugu bir ortamda tek-yasalcilikla herkesi mutlu edecek bir ortam olusturmaya calismak hayal pesinde kosmak, ya da daha dogrusu SPEElere hayal satmaya calisarak saltanat surmektir. Boyle ortamlarda aklederek tek-yasal zulumden vazgecilip, sekularo-fascistlerin isine son verilmeli, SPEElerin kendi yasalarina gore yasama hakki oldugu inkar edilmemelidir. Ancak SPEElerin yasalarini digerlerine dayatarak sekularo-fascistlige donusmeye haklari olmadigi da belirtilmelidir. Ben bu konuda SPEElerin kabullenebilecegi bir Taslak Protokol bile hazirladim. Bakiniz yukarida verdigim URL'e.
Ayrica dediniz ki " ... Bir kutsal metinde A B C D emirleri var. Siz B (başörtüsü) emri engellendiği için kıyamet koparıyorsunuz. Oysa ACD emirleri de engelleniyor ve hiç sesiniz çıkmıyor. "
Cok haklisiniz, SPEEler tum yasalarina sahip cikmali sekularo-fascistlerden yasal bagis, bahsis umup, bekleyecegine YASAMA HAKLARI'na sahip cikmalidirlar. Bu Muslumanlar icin de boyle olmali, Yahudiler, Hiristiyanlar ve Sekularistler icin de boyle olmalidir. Ancak yine Protokol'a uyarak, hic bir SPEEnin digerine yasalarini zorla dayatmiyacagi kabul edilerek. Boyle bir ortama gecis SPEEleri olusturan insanlarin dilegiyle gerceklestirilebilir. Diyeceksiniz ki "SPEEler arasinda cikabilecek ihtilaflari/anlasmazliklari kim halledecek?" tabii ki onlari da yine SPEEler halledecek, aralarinda gereken yasalari, yasal kurumlari olusturarak, birbirlerine yasalarini zorliyarak degil.
Iste ancak boylece sekularo-fascistlere "Tesekkur ederiz, cok calistiniz, onca yasama sistemlerimizi hokkabazlikla tek-yasalliga indirgemeye, ama bu bizi tatmin etmiyor, bizler kendi yasalarimizla kendimize hukmetmek istiyoruz, sizin vesayetinize ihriyacimiz yok, isinize son veriyoruz, hadi gule, gule!" diyerek, sekularo-fascizmin barisci yoldan isine son verilmis olur.
Akledenler insanligin basina iki dunya savasi oren sekularo-fascistlerden medet ummaktan vaz gecmelidir.
Saygilarimla, Grand Sen~or.

A reminder to ISRAEL and of course other OneLawForAll States

A reminder to ISRAEL and of course other OneLawForAll States
From the book of Samuel:
8:4 Then all the elders of Israel gathered themselves together, and came to Samuel unto Ramah,
8:5 And said unto him, Behold, thou art old, and thy sons walk not in thy ways: now make us a king to judge us like all the nations.
8:6 But the thing displeased Samuel, when they said, Give us a king to judge us. And Samuel prayed unto the LORD.
8:7 And the LORD said unto Samuel, Hearken unto the voice of the people in all that they say unto thee: for they have not rejected thee, but they have rejected me, that I should not reign over them.
8:8 According to all the works which they have done since the day that I brought them up out of Egypt even unto this day, wherewith they have forsaken me, and served other gods, so do they also unto thee.
8:9 Now therefore hearken unto their voice: howbeit yet protest solemnly unto them, and shew them the manner of the king that shall reign over them.
8:10 And Samuel told all the words of the LORD unto the people that asked of him a king.
8:11 And he said, This will be the manner of the king that shall reign over you: He will take your sons, and appoint them for himself, for his chariots, and to be his horsemen; and some shall run before his chariots.
8:12 And he will appoint him captains over thousands, and captains over fifties; and will set them to ear his ground, and to reap his harvest, and to make his instruments of war, and instruments of his chariots.
8:13 And he will take your daughters to be confectionaries, and to be cooks, and to be bakers.
8:14 And he will take your fields, and your vineyards, and your oliveyards, even the best of them, and give them to his servants.
8:15 And he will take the tenth of your seed, and of your vineyards, and give to his officers, and to his servants.
8:16 And he will take your menservants, and your maidservants, and your goodliest young men, and your asses, and put them to his work.
8:17 He will take the tenth of your sheep: and ye shall be his servants.
8:18 And ye shall cry out in that day because of your king which ye shall have chosen you; and the LORD will not hear you in that day.
8:19 Nevertheless the people refused to obey the voice of Samuel; and they said, Nay; but we will have a king over us;
8:20 That we also may be like all the nations; and that our king may judge us, and go out before us, and fight our battles.

SPE dynamics

SPE dynamics
What are the SPE (socio-politico-economic) dynamics behind the Lobby ? Why can't the State cope with them ?
respond : "You ain't seen nothin' yet!" and sing:
You ain't seen nothin' yet B-B-B-Baby, you just ain't seen nothin' yet Here's something, here's something that you're never gonna forget B-B-B-Baby, you just ain't seen nothin' yet You need educated;->> and say :
"In 1960s when ARPA came to the conclusion that the US Military had to de-centralise its command structure (for security reasons) the Internet was borned. Similarly, when the State Monopoly will be dissolved and the SPE power will be obtained by SPEEs there will be an impressive landscape change (paradigm shift) in the SPE environment.
That will be somethin'!" B-B-B-Baby, you just ain't seen nothin' yet You need educated;->>

Ibn Bacce ve Idare

Ibn Bacce ve Idare
Bir toplumun nasil idare edildigini anlamak icin hastanelerine ve mahkemelerine bakmak yeterlidir(!). Kotu idare edilen toplumlarda hastaliklar artar ve mahkemelerinde adalet calismaz, ve dolayisiyla dava sayisi coktur. Kotu yonetilen ulkelerde yonetenlerin etrafinda dalkavuklar toplanir. Halk da bunlara benzemeye baslar. Bilgi sahibi insanlar bu kotu durumu duzeltmeye kalktiklari zaman kolayca canlarindan olurlar. Bu tur toplumlarda yapilacak is, tamamen yonetimin disinda kalarak toplumun saglam kalan taraflarini guclendirmeye calismaktir.
Ibni Bacce'nin makalesinin tercumesi,
Divan dergisinin ilk sayisi.

RACON - YASA HAKKI

YASA HAKKI, RACON meselesini kavramis gibi gorunmuyorsunuz Ben size bir guzel ornekle bunu gostermeye calisayim...
RTE “Kimse benim adima RACON kesmeye kalkismasin!!! RACON kesecek olsam en alasini BEN keserim!!!” derken yerden-goge hakliydi..
Bakin soyle :
Sizler YASA HAKKInizin HEYAcilar tarafindan gaspedilmis olmasina goz yumarak onlari nelere kadir kildiginizin farkinda degilsiniz!!!
Farzedelim bir sabah RTE beklenen RACON’u kesmek uzere uyandi, ve soyle dedi:
“Adima RACON, RACON atip, tutuyorsunuz, alin size RACON : Bugunden tezi YOK, MILLET’imizin (viruslu ama olsun) gelecek nesillerinin saglik ve selameti icin, usenmiyen ne demek istedigimi anlamak icin GDO, suni gubre, arastirmalarina baksin, Organik Olmayan urunlerden Organik Olanlarin maliyetine esit gelecek sekilde yeni bir VERGI ile, adini siz koyun, vergilendirilmelerini MILLET adina MILLET MECLISI onayina oneriyorum!!!
OLDU mu??!! Kasimpasa’da RACON boyle kesilir!!!!”
RTE boyle bir RACON’la uyanir mi, uyanmaz mi, neden uyanir/uyanmaz gibi spekulasyonlari sizlere birakiyorum.

Fransiz Devrimi uzerine

15/10/1999
> bence fransiz devrimi Ispanya'daki muslumanlarin avrupaya biraktigi > mirasin bir yan urunudur....
Bu devrimin ideologlari Voltaire falan Islam dusmani adamlardi. Bu devrim Avrupa'daki kralliklara karsi yapilmis bir devrimdi, fakat Ingiltere kralligi devrimin motoru olan masonlugu kabul ederek ihtilalden kurtuldular biliyorsun. Fransiz devriminin sloganlari hurriyet, musavat, kardeslik, ve adalet idi. Bu kavramlar seyatin tarafindan Osmanli Devleti'ni yikmak icin kullanildi. IT'ler hurriyet dediler hurriyeti ortadan kaldirdilar, musavat dediler, kendilerini hic kimseyle hatta butun halkin iradesiyle bile musavi gormediler. Kardeslik dediler Islam kardesligini ortadan kaldirdilar. Adalet yerine de zulum ve eskiyaligi yerlestirdiler. Bu gunku cumhuriyet de bunlarin temel prensipleri (bunlarin anladigi sekilde) uzerine kurulmus bir cumhuriyettir.
Fransiz devrimi devrimi daha sonra bildigin gibi komunistler tarafindan kullanildi.
> kargasanin yerli yerine oturtulmasi lazim....ben bu devrimden soz > ederken onun sosyal, politik, ekonomik yonlerinden cok kavramsal > yapisina isaret etmekteyim...
> akli basinda bir musluman yonetim bu devrime sahip cikip onun onune > gecerdi, halbuki bu boyle olmadi,
Sultan II Abdulhamid bunu yapmaya calisti. Misir'daki milliyetci akimlar onun tarafindan yonlendiriliyordu. Ama bunlar yetersiz kaldi, cunku Kitap'taki bircok kelime m-ler arasinda zaten fonksiyonunu coktan kaybetmisti.
> o devrim muslumanlarin(?!) tum duzenlerini alt, ust etti, hala da buna > karsi dogru durust bir degerlendirme yapilmadi, niye?
Bunun sebebi muslumanlarin birkac yuzyildir teorik dusunme ve akletme kabiliyetini kaybetmis olmalaridir.
> bugun muslumanlarin uzerinde de bu devrimin kavramsal urunleri > alabildigine hukum surmekte, muslumanlar bu kavramsal urunlere karsi > hicbir kavramsal karsilik veremedi, gudulup gidiyor, neden?
Ibn Rusd'den beri (ol. 1198) hangi musluman dusunur teorik konularda bir gorus uretebildi ki bunlara cevap versin. Adamlar daha kendi Kitap'larindaki siyasi kavramlari dogru durust kullanmaktan aciz. Bir Z. Gokalp geliyor "kavim" ---> "millet" diyor, kimse itiraz etmiyor. Halbuki Fransa'da bir kelimenin manasini degistirmeye kalksan butun fransiz aydinlari ayaga kalkar.
> ben derim ki muslumanlarin fransiz devrimine sahip cikip onun yarim, > yamalak biraktigi kavramlari derleyip toplayip dogru, durust > sosyo-politik kavramlar uretmesinin zamani gelmistir.
Bu dogru bir yol olur mu bilmem, cunku once Kitap'taki kelimelerin gun gibi ortaya cikarilmasi lazim. Ondan sonra zaten yapilacak is kendiliginden belli olur. Vesselam - Sakir. 

Ilahi EVREN

Tek Evren Teorisi’ne dayali Ilahi EVREN Putuna tapanlar insani esya olarak gorur, onun icin onlarin YASAsina/DINine gore Ilahi EVREN’in YASAsina/DINine herkesin boyun egmesi kacinilmazdir. Kacmak isteyen teoriye gore baska bir EVREN olmadigindan kacacak yer bulamaz, Barbar/YASA-DISI ilan edilir, YASA-DISI isleme tabi tutulur. Halbu ki Insan’i insan yerine koyan Allah Ilahi EVREN’e tapan putperestleri de insan yerine koyarak, Muslumanin boyle kafirlere “Senin YASAn/DINin sana, benim YASAm/DINim bana” demesini emreder. EVREN(Alemler) de Allah’in bir yaratigidir, onlar Allah’in IZNi olmadan kendilerine yuklenmis olan EMIRLER(PROGRAM) disina cikamazlar. Allah insani esya olarak gorseydi ona da Alemlere yukledigi PROGRAMlara benzer program yukler onun YASAsi/DINi disina cikmasini engellerdi. Allah bunu Insan’a layik gormemis, onu esya yerine degil Insan yerine koyarak Kafirlerden bile olsa YASAsinin/DINinin onun YASAsi/DINi oldugunu Kafirun Suresiyle beyan etmistir.

Ilahi EVREN Putperestlerine gore HEYA “YASA/DIN Ilahi EVREN’in YASAsi/DINidir, senin/benim YASAm/DINim olmaz, onun icin de bu Ilahi EVREN YASAsi/DINi herkese esit olarak dayatilir” Ilahi EVREN’in YASAsini/DINini kabul etmiyen, buyursun ciksin EVREN disina, yoksa yok edilmeyi hakketmis demektir.

Aizim Adeimantus sordu: “Peki ama bu EVRENsel YASAyi yururlukte tutma, dayatma yetkisi kimde olacak?!

El Cevap : Tabii ki ona Aziz Paul’un da ongordugu gibi Ilahi EVREN karar verecek, Ilahi EVREN yurutme yetkisi verilenleri en etkili fiziksel araclarla, silahlarla techiz edecek. Ayrintilar icin bakiniz Ilahi EVREN’in Aziz Paul’e vahyettigi RUM 13.1-7. “13” Ugursuz bir rakamdir demeden bakin lutfen Azizim Adeimantus.

Simdi Ilahi EVREN’e tapinanlarin imanlarinin temelini sarsan Paralel EVRENler, CokluEVRENler Teorileri icat edilmis bulunuyor. Ilahi EVREN Putperestleri bu teorileri kendi TEK/YEK-EVREN teorilerine nasil bir cambazlikla indirgiyorlar??!! Lutfen siz sorusturun.  

Dinle IT artiklarindan zafer masallari

Dinle IT artiklarindan zafer masallari
IT Oglan : Canakkale de 300 bin Musluman’i kurban verdikten sonra buyuk bir zafer kazandik!!! Zaferden 3 gun sonra Isgalciler Payitahta - Istanbul’a girdi, ellerinde bizimkilerin kesip-bictigi bir HEYA, hazir bulunanlara dediler ki : “Bundan sonraki Zaferlerinizi bu HEYA icinde gormek istiyoruz, ya bunu giyersiniz, ya da bundan sonra Zafer yuzu goremezsiniz!!!” Canakkale Zeferi sarhoslugu icinde cektik DeliGomlegi HEYAyi uzerimize, ondan sonra tabi ver elini diger Zaferler, 1. Inonu, 2. Inonu, Sakarya, Anafartalar, 30 Agustos Meydan savasi, 9 Eylul Izmir Meydan Muharebesi,...saymakla bitmez. Butun bu Zaferlerimizin SIRRI HEYA’da gizlidir. Bu HEYA’dan bakalim daha nice ZAFERLER cikaracagiz.

TC Egitim Sisteminin en mariz yani...

TC Egitim Sisteminin en mariz yani...
TC Egitim Sisteminde de kullanilan lisanin EU$’tan kopya ex-Postivist Anlam Kavraminin boyundurugunda olmasi onun en hastalikli yanidir. Ex-Positivist Anlam Kavrami LW’nun sorgulamalariyla tamamen cokertilmis olup, Positivistlerin dahi 20yy sonlarina dogru terketmek zorunda kaldigi bir batakliktir. Ne var ki bu batakliga dusen toplumlarin bundan kurtulmasi hic de kolay degildir, LW’ya gore mumkun bile degildir - bunlar bu bataklikta cirpina, cirpina yutulup gitmeye mahkumdur. LW Felsefi sorusturmalarindan haberdar olan biri gitsin AnaMekteplerdinden birinde, bir gun gecirsin, gozlemlesin bu Ex-Positivist Anlam Kavraminin coluk cocuga nasil dayatildigini. Ben bunu yillar sonra kendi aldigim egitimden farkettim. LW’nun sorusturmalarindan haberdar degilseniz siz bu marazin sizi nereye dogru suruklediginin farkinda degilsinizdir. Hicbir Egitim Uzmani, Akademisyen, Entellektuel’den boyle bir uyari duydunuz mu?! Duyduysaniz lutfen beni haberdar edin. Duymadiysaniz da bunu onlara duyuranlarin ilki olmaya bakin!

HEYA’cilarin HEYA’si “YASA/LAW”’ya dayalidir.

HEYA’cilarin HEYA’si “YASA/LAW”’ya dayalidir.
HEYAcilarin temel kavrami “YASA/LAW”’dir.
LAWs of Physics, International LAW, Common LAW, Market LAW,....
Bu “YASA/LAW” kavrami “DIN” kavramindan “YASA”’kullanimlarini disliyarak uydurulan “RELIGION”’la farklilastirilmis olarak siyasette kullanildigi gibi buyuculugun devamliligini saglamak icin bilimsel(?!) lisanlarina da alinmistir. Bilimsel(?!) Lisanlarinda “EMR” kavrami olmadigindan buyuleri gerektirdiginde, zevahiri kurtarmak icin “YASA/LAW” “EMR” yerine de kullanilmaktadir.
HEYAcilarin Buyusunu bozmak icin “YASA/LAW” kavramlari sorgulanmalidir.
Bu sorusturmalar Kur’an’daki “DIN” ve “EMR” ailesinden kelimeler birlikte yurutulmelidir.

Philosophy vs Metaphysics

Philosophy vs Metaphysics
> By the way, could you explain a bit more about this statement of yours?
 
>>As for metaphysics, the problem with it is--as Wittgenstein pointed out long ago (and as I only lately realized)--that it seeks to cast questions into a scientific form, though they are not the right type of questions for this.
 
You're quite right to ask for an explanation of this, though I'm not certain that I'm up to it. Some metaphysical questions seem to have a form that looks very much like the form of an empirical--or scientific--question. For example, "What is the nature of consciousness?" is one that used to exercise me a great deal. I thought that consciousness was some sort of "process"--something that "goes on", so I wanted to find an explanation of just what kind of process this is. Wittgenstein address this very point in section 308 of
 
PHILOSOPHICAL INVESTIGATIONS:
 
How does the philosophical problem about mental processes and states and about behaviourism arise? --The first step is the one that altogether escapes notice. We talk of processes and states and leave their nature undecided. Sometime perhaps we shall know more about them--we think. But that is just what commits us to a particular way of looking at the matter. For we have a definite concept of what it means to learn to know a process better. (The decisive movement in the conjuring trick has been made, and it was the very one that we thought quite innocent.) --And now the analogy which was to make us understand our thoughts falls to pieces. So we have to deny the yet uncomprehended process in the yet unexplored medium. And now it looks as if we had denied mental processes. And naturally we don't want to deny them.
 
When we set up a philosophical question like this ("What characterizes the process of thinking? How does the mind interact with the body?") we believe that we are posing it in neutral terms, but we are not. We have an analogy in mind, and the analogy invites us to explore the question just as though we were answering a question, say, of physics or biology.
 
When we ask the question like this, it seems as though getting an answer were a matter of doing a hazy kind of physics, or a diaphanous neurophysiology. The temptation is to think that just as we have theories in physics, we need a theory of consciousness; just as we have mechanisms in neurophysiology, we need a mechanism that illuminates the mind-body interaction.
 
Though such questions have the form of questions that can be answered empirically (by an experiment), they can't really be answered like this. To attempt to answer them empirically--for example, by taking photographs (as some have claimed to take photographs of the "auras" that surround persons) leads one deeper in mystical confusion. The most valuable thing one can do in connection with such questions is to examine why one wants to ask them.
 
For example, what is one asking who asks, "What is consciousness?". What is the basis of this question? What do we mean by "consciousness"? _Does_ this word have a meaning when it's used like this? 

MEDINE

MEDINE
Uğur Dinç Hocam özellikle sizin iyi tanıdığınız bazı "pek şehirli" ve çok akademik insanların çarpıttıkları bir kelimeyi daha fark ettim. Medine demek Kur'an'da aslında "şehir" demek değil. Kur'an'da şehir demek olan kelimeler "mısr" ve "karye". Ama "karye" köy ve kasaba gibi daha küçük yerleşimlere de deniyor. Medine aslında yönetim merkezi demek. Zaten aslen yasa ve sonra yargılama demek olan "dîn" kelimesinden türemiş. Mesela Sasanilerin başkenti Ctesiphon'a, ki bugünkü Bağdat'ın yakınındaydı, Araplar fetihten sonra "Medâin" yani "medîneler" dediler, çünkü şehrin içinde imparatorluğun yönetimi için birkaç yönetim merkezi vardı.
Uğur Dinç Oleg Grabar bunu şurada açıklıyor (ki onun açıklamasını biraz kendime göre yorumladım, daha doğrusu analiz edip ondan sonuç çıkardım ve "medine"nin anlamını "yönetim merkezi" diye özetledim): https://books.google.com.tr/books?id=QMSCNQlywSsC&pg=PA80....
Uğur Dinç Bu kitap sayfasındaki (s. 80 ve 81'deki) "Life" başlığının altını okuyabilirsiniz.

Payitaht Abdulhamid’in lisani

Payitaht Abdulhamid’in lisani
Bu dizide Abdulhamid ve Osmanli hayat tarzina dayali lisandaki kelimeler, Jon Turkler'in ve Ittihat ve Terakki'nin virusledigi kelimelere boyun egdirilmis durumda. Abdulhamid ve erkanina da Jon Turkler'lerin virusledigi "millet,din,ummet" onlarin virusledigi gibi kullandiriliyor. Bu nedenle Abdulhamid Sehzade'sinin Jon Turkleme Hurriyet anlayisini elestirirken kullandigi lisan hic de etkili olamiyor. Mesela Abdulhamid Sehzadesine "Seni buyuleyen Hurriyet, Insan Haklari anlayisi icinde insanin YASA HAKKI'na yer var mi? Bu buyulu hurriyet anlayisi ortaminda "Senin YASAn sana, benim YASAm bana" olacak Cok Yasal bir sosyo-siyasi-iktisadi yapilanmaya yer aciliyor mu? Osmanli'nin yuzyillardir uygulaya geldigi YASAL KIMLIK sahibi, kendi YASAsina gore hayat tarzlarini duzenleyen Cok Milletli(Kulturlu) yapilanmayla butunlesmeyi saglamaya yer var mi?" diyemiyor, dedirtmiyorsunuz, boylece Abdulhamid'i daha tahttan indirmeden Ittihat ve Terakki'ye devsirmis oluyorsunuz. Biz lisanimizi Ittihat ve Terakki'nin viruslu kelimelerinden temizleyip yeniden onu sadik ve saglikli bir lisan yapacak kadar Modern Mantik ve Felsefe'den haberdariz. Dizi kullandigi hastalikli lisanla Ittihat ve Terakki edebiyatindan oteye gecemiyor, gunumuzdeki Sadik Lisan arayislarina kopru kuramiyor, bilakis Ittihat ve Terakki edebiyatini kurtarmaya (salvare apparentias) hizmet ediyor.

Salvare Apparentias Theory of FP (SATFP).

Salvare Apparentias Theory of FP (SATFP).

Salvare Apparentias Theory of FP (SATFP).
1. It is imagined that States exist.
2. A State composed of a nation, a national leadership, national interests and power (economic, military, population, land, etc? ..(any others? pls feel free to add, it is the Blog's theory, not mine).
3. It is imagined that there exists a competitive arena where states acts as they do.
4. It is imagined that there exists no central authority in that arena that can enforce moral or legal constraints.
5. States commit morally dubious acts (dubious according to what? The Blog knows) (see axiom 4)(Why this is here? Didn't the Blog declare that SATFP is essencially amoral?)
6. A State's foreign and defense policy reflects national interest of the state.
7. A State can take deterrent action against other State(s) if the Leadership of the State decides so. (see axiom 11 & 12).
8. A State seeks to increase her national interests when her existence is threatened.
9. A State's power is a potential threat to other states. A state is by definition paranoid of other states.
10. States to increase their National Interests, to decrease potential threat of other States, to assimilate them and to dominate them, impose their Constitutions to other States. (But of course this degenerates all constitutions to a mono-constitution which prepares the Competetive Arena to the favour of the State whose Constitution became the one and only dominant Constitution to pave the ground for so called Globalization - Global Dominance - Ein STAAT, ein LAND (the GLOBE), ein FUERER und ein VOLK where there exists NO THREATt, NO COMPETITIVE ARENA, NO WORRIES and bsst of all NO NEED TO FP - a Paradise on Earth if you believe;->>)
11. A State talks sweet but carries her power peeping under her cloak to deterre the potential threats of other states. (McCain the Presidential Candidate 2008)
12. Powerful States to rule or protect or increase their National Interests divide/unite less powerful states ad infinitum/universal.
13. A State can suspend her constitution if the National Interest dictates so. Solely the Leadership decides whether the National Interest dictates that or not and their decision is final, cannot be challenged based on the articles of the Constitution of the State. In such cases the leadership for the sake of the National Interest is not required to disclose the reasons how they reached to a certain decision. When the National Interest of the State requires the constitution of the State becomes just a goddamned piece of paper (as Bush declared).
14. A State to keep her Internal Balance of Threat and National Interest and National Unity must centralize the power and not to share it with any Identifiable National Entity(ies).
15. A State keeps the power of making and implementing the laws solely to herself and does not share this power with any Identifiable National Entity(ies).
16. Salvare Apparentias Foreign Policy is the art of keeping the threats of states in Balance besides saving the foreign policy related phenomena. (How? By shuffling, dividing and mixing nations/races/cultures?!, subjecting them to prototype secularo-fascist laws to reduce their multiplicity to singularity? the Blog knows).

The Gordian Knot

The Gordian Knot


The Gordian Knot  

by Chevalier des Mots on Tue, 02/17/2009 - 3:15am

Then on to another panel on unipolarity, with several excellent papers. One highlight was University of Chicago Ph.D. student Nuno Monteiro’s paper “Unrest Assured: Why Unipolarity is Not Peaceful.” His basic argument is that the dominant state in a unipolar system (i.e., the unipole) will be tempted to try to maintain or improve its advantage, and especially to prevent weak states from acquiring a nuclear deterrent, which the weak state could use to constrain the unipolar's actions. Accordingly, the logic of unipolarity will tend to provoke conflicts between the unipolar and any lesser powers who refuse to accept its dominance.
All those arguments are based on the given concept of "state". It also obviously assumes that this unipolar institution/political-structure will be a state. therefore, it will behave like a state and dominate other states.
But if you remove the concept "state" then you may release the environment for unipolar political structure above SPEE structures which itself is not an SPEE so she has no interest to dominate. Besides it has no competitor, remember it was unipolar. When I have just written this sentence I have also discovered the paradox of the above argument: It starts with "unipolar" I guess an entity with no competitor, then it picks up, creates competitors to re-porove her unipolarity;->
Thank you Professor.
Now I will carry on reading further.
I've read the rest of the message. My above argument applies the rest as well. If I try to express it according to the existing pseudo concept "state": Unipolarity should be considered as an abstraction to the state of States. It shouldn't be used as you use the concept "state". In other words there is no unipolar-state, there is a unipolar political structure born out of States. In fact this unipolarity requires the shift of the concept "state" to SPEE.
It also implies that great powers like the United States have to think about how they can provide credible reassurances to weak states, as a way of making them more willing to cut a deal.
This argument is not compatible with the following axiom of the SATFP, you can't prove this according to the SATFP:
5. States commit morally dubious acts (dubious according to what? The Blog knows) (see axiom 4)(Why this is here? Didn't the Blog declare that SATFP is essencially amoral?)
In other words as long as the US as a "State" she will never be able to provide credible reassurances to any state. This is so according to the axiomas of the SATFP and the concept of "State" which is defined by them implicitly.
Professor! Please while states do not trust their identifiable socio-politico-economic entities how can they provide credible reassurances to other states?That is the knot - the Gordian Knot Professor!
Again what I am trying to say here is a unipolar political structure has to strip off/break the shell of being a State, she matamorphoses to a new political entity. She is no more a State, therefore she has to return all the power that help her to metamorphose to this new entity (unipolar-political-structure(UPS)) to the real owners. Only then she can talk about "credible reassurances to states" meaningfully and convincingly. In that case the SATFP will become crippled to explain the activities of this new political entity UPS. In parctice UPS will have a constitution which will basically defines an SPEE as a socio-politico-economic entity who has all the rights to make her own laws and implement them to her own members with the restriction that she has no right to impose her laws to other SPEEs. With some other restrictions to help identify SPEEs etc. I won't go into the detail of it at this stage. I introduced it to show that UPS has categorically different a Meta-Constitution from SPEEs' constitutions.
Thank you Professor to keep us updated.
Chevalier des Mots.

MEDENİYETLER ÇATIŞMASI VE GERÇEKLER

MEDENİYETLER ÇATIŞMASI VE GERÇEKLER
MEDENİYETLER ÇATIŞMASI VE GERÇEKLER * Dr. Şakir Kocabaş
Özet
Bu yazımızda İslam Medeniyetinin yeniden canlandırılması ile ilgili konular üzerinde durulmakta ve Müslümanların bu açıdan halen içinde bulundukları durum değerlendirilmektedir. Bu çerçevede, cemaatçi yaklaşımlarla medeniyet yenilenmesi gayesine yönelik yaklaşımlar arasındaki çelişkiler de ele alınmakta ve geleceğe matuf genel bazı çözümler ortaya konmaktadır.
1. Medeniyet Meselesi
Türkiye bugün, Osmanlılar dönemindeki "Kültürler Uzlaşması" ülkesinden bir "Kültürler Çatışması" bölgesine dönüştürülmektedir. Bu bölgede artık çeşitli eğilimler sürekli monokültürel bir üstünlük kurma mücadelesi içinde görünmektedir. Cumhuriyet'in ulus-devlet, yani monokültürel bir temele dayandırılmış olması, çeşitli etnik grupların ve marjinal kültlerin adeta ülke üzerine yayılmış bir örtü altında devamlı çekişmelerinin kaynağını da bu oluşturmaktadır. Bu kültler, enteresandır, asıl kimliklerini gizleyen bir sır perdesi altında faaliyet göstermektedir. Hatta bu sır perdesi, bir bakıma müntesiplerin dayanışmasını da pekiştirmektedir. Masonluk, aleviliğin bazı türleri, bektaşilik ve bazı cemaatler varlıklarını bu gizliliğe ve bu gizliliği destekleyen monokültürel devlet yapısına borçludur.
İşte bütün bu gruplar, toplumsal arenada köşe taşlarını kapma yarışında monokültürel zorunluluk dolayısıyla kendilerini tamamen farklı yüzlerle ortaya koymakta ve "yığın" saydıkları ve büyük çoğunluğu müslüman olan halkı kendi kavram ve sloganları etrafında (ama kendi gerçek amaç ve inançları etrafında değil) – toparlamaya çabalamaktadır. 1970'lerdeki kürtçülük hareketinin maocu marksist sloganlar arkasında, günümüzdeki siyasi alevi-bektaşi hareketinin kemalist sloganlar arkasında, masonluğun da her zamanki gibi, kemalist sloganlarla birlikte "çağdaşlık", "evrensellik", "globalleşme" gibi sloganlar arkasında, ve müslümanlık iddiasındaki bazı cemaatlerin de İslam'la bağdaşmayan, hatta putperestliğe varan görüntüler arkasında faaliyetlerini icra etmesi bu çerçevede değerlendirilebilir.

---------------------- * Bu yazıyı 1997 yılında hazırlamış olduğum halde bazı mülahazalarla daha önce yayınlamayı uygun görmemiştim, fakat aradan geçen zaman, yazıdaki bazı düşüncelerin ne kadar haklı olduğunu tirajik bir şekilde gün yüzüne çıkardı.
Türkiye'nin bu gün içinde bulunduğu durum, Huntington'un "medeniyetler çatışması"ndan çok, sloganlar arkasında süren etnik amaçlar ve siyasi/iktisadi menfaatler çatışması olarak vasıflandırılabilir. Medeniyetler çatışması olabilmesi için, meydanda en az iki medeniyet anlayış ve iddiasının olması gerekir. Türkiye'deki durum bir Batı ve İslam medeniyeti çatışmasından henüz oldukça uzaktadır, çünkü bu ülkede İslam, bizzat müslümanlar tarafından halen bir medeniyet meselesi olarak görülmemektedir. Hatta o kadar ki, öteden beri İslam'ı bir medeniyet meselesi olarak ele almak gerektiğini savunan yazar ve düşünürlerin adı-sanı unutulduğu halde, böyle bir meseleden haberi olmayan camaat önderlerinin isimleri uzun zamandır ön planı işgal etmektedir.
Büyük medeniyetlere baktığımızda, bunların adeta birkaç temel kavram üzerindeki toplumsal uzlaşmayla kurulduğunu söyleyebiliriz. Eski Yunan, soyut düşünce ve geometrik düzen, Roma, hukuk ve nizam, İslam medeniyeti gerçeklik ( hakk), bilgi ( ilm) ve adalet (adl) kavramlarıyla teşhis edilebilirler. İslam'ı bu gün bir medeniyet meselesi olarak göremeyen müslümanlar, sonunda ülkedeki diğer etnik kültler gibi iki ayrı kimlikle yaşamak zorunda kalmaktadırlar, ve daha da kötüsü, kendileri için ilahi adalet açısından asıl tehlikenin bu olduğunu da görememektedirler.
2. Medeniyet ve Cemaatler
Medeniyet kurucu yaklaşımlarla cemaatçi yaklaşımlar arasındaki önemli farkları anlayabilmek için medeniyetlerin yapısını ve ülkemizde de sosyal bir vakıa olarak ortaya çıkmış olan cemaatlerin özelliklerini iyi incelemek gerekir.
Bu gün ülkemizde müslümanların önemli bir kısmının çeşitli cemaatler içinde yer almasının temelinde sosyal ve psikolojik sebepler vardır. Bu sebepler arasında cemaat şuuru ve dayanışmasını, aidiyet duygusunu, güven ve hatta sun'i bir üstünlük duygusunu sayabiliriz. Cemaatlerin sosyal gelişmede olumlu ve olumsuz tarafları vardır. Önce bunların olumlu taraflarını inceleyelim:
Cemaatlerin olumlu taraflarından belki de en önemlisi, düzensiz bir toplumda tek tek insanların başaramadıkları bazı işleri (sosyal yardımlaşma, vakıf ve iktisadi teşekküller) cemaat dayanışması içinde başarabilmeleridir. Bu açıdan baktığımızda, ülkemizde de cemaatler tarafından kurulmuş birçok vakıf, eğitim kurumları, holdingler, yayınevleri ve basın yayın organları bulunduğunu biliyoruz. İnsanların birbirine güvenmediği bir toplumda bu kuruluşların tek tek fertler tarafından bir araya gelinerek kurulması mümkün görünmemektedir. Bunlar cemaatlerin olumlu faaliyetlerine örnek olarak gösterilebilir.
Cemaatlerin olumsuz taraflarına gelince: En dikkat çekici özelliklerinden biri, cemaat içinde analitik düşünceyi ve öz eleştiriyi tamamen ortadan kaldırmalarıdır. Cemaat liderinin, veya manevi liderinin her dediği doğru kabul edilir. Hatta bazı cemaatler, önderlerinin "büyük mütefekkir", "asrın yıldızı" olduğu inancındadır.(1)
(1) Halbuki bu önderlerin eserlerinin 11. yüzyıldaki herhangi bir müslüman düşünürün eserleriyle karşılaştırılarak değerlendirilmesi bunlarla ilgili gerçeklerin ortaya çıkmasına yetecektir.
Diğer önemli bir olumusuzluk ise, cemaat içinde önderlerin görüşlerinin hatasız kabul edilmesi dolayısıyla bunların dışında bazı düşüncelere sahip insanların otomatik olarak cemaatten tecrit edilmeleridir. Cemaat önderleri aslında aksiyon adamı oldukları halde cemaat tarafından bunların "çağın en büyük düşünürü" olduklarına inanılması, herhangi bir kimsenin bunları aşamayacağı inancını da beraberinde getirir. Böylece cemaatler içinden büyük düşünür, yazar ve sanatçının çıkması en başından engellenmiş olmaktadır. Cemaat dışında kalan fakat aynı temel inançlara sahip düşünür, yazar ve sanatçılar da her cemaat tarafından "yabancı" muamelesine tabi tutulur.
Cemaatlerle ilgili diğer bir paradoks da, bunların, sahip oldukları inançlara apaçık düşmanlık yapmaktan çekinmeyen kişi ve kuruluşlarla daha yakın bir işbirliği içinde olabilmesidir. Bu paradoks "cemaat içi birlik" açısından kolayca açıklanabilir. "Kendisine uzak" kişi ve kuruluşlar, cemaat içi birliğe ideolojik tehdit teşkil etmez, halbuki aynı inancı paylaşan kişi ve cemaatler "cemaat içi birlik" açısından tehdit unsuru sayılabilirler.
Cemaat yapısının diğer bir olumsuz yanı ise insanlar arasındaki "birlik" duygusunun öbekleştirilerek parçalanmasıdır. Belirtilmesi gereken diğer bir husus da şudur: cemaatler büyüdükçe cemaat önderi ve müntesipler arasındaki bağlar ve amaçlar şekil değiştirmekte ve şahsi menfaat ve itibar peşinde koşan kimselerin de sürekli katılımı cemaatin dejenere olmasını kolaylaştırmaktadır. Diğer ilgi çekici bir husus da sıradan insanların, cemaat üyeliğinin verdiği haksız bir üstünlük duygusuna sahip olmalarıdır. "Kollektif cehalet, cehaleti gizler!".
Cemaatleşme, insanlar arasında tabii bir istişare mekanizmasının oluşumunu da engellemektedir. Her cemaatin önderi, kendisinin her şeyi en iyi gördüğünü düşündüğünden, ortak tehditler karşısında bile diğer cemaat önderleriyle bir araya gelip istişarelerde bulunmazlar.
Cemaat liderinin her dediğinin tartışmasız doğru sayılması ve onun hata yapmaz kabul edilmesi, cemaatin dağılmadan varlığını devam ettirmesinin vazgeçilmez şartıdır. Nitekim, bir cemaat önderinin vefatı, çoğu zaman cemaatın fırkalara ayrılmasına yol açmakta, ve her bir fırka kendi önderinin en doğruyu düşündüğünü kabul etmektedir. Bu bakımdan cemaatleri tek hücreli canlılara benzetmek mümkündür. Hücre bir müddet içinde iki veya daha fazla hücrelere bölünür, ve her hücre (bazan ötekilerin zararına bile olacak şekilde) kendi varlığını sürdürmeye çalışır. Bu hücresel yapı, cemaatlerin tek boyutlu davranışlarını da açıklamaktadır. Bir cemaatin varlık stratejisi ne kadar zekice olursa olsun, tek yönlü olduğu için, kolaylıkla kontrol altına alınabilir. Çoğu zaman, cemaat önderinin şahsi bir meselesiyle veya cemaatiyle ilgili bir konuda baskı altına alınması kontrol için yeterli olabilir. Böyle bir durumda, cemaat de baskılara boyun eğerek önderini takip etmeyi sürdürecektir.
Her cemaatin kendi önderini hata yapmaz kabul etmesi, çoğu zaman da bu inancı destekleyen efsanelerin, hatta hurafelerin cemaat arasında yaygınlaşmasına da imkan sağlar. Özellikle benzer inançlar veya hedefler doğrultusunda biribiriyle rekabet içinde olan cemaatler arasında bu tür hurafeler, cemaatin üstünlüğüne taraftarlarını inandırmada önemli bir rol oynar. Cemaatlerin hücresel yapısının ve tek boyutlu varlık stratejilerinin diğer bir olumsuz yanı da, kendilerine zararı dokunmadığı durumlarda, diğer cemaatlere ve sonuçta aynı inanca sahip diğer insanlara yapılan haksızlıklara kayıtsız kalmalarıdır.
Bütün bu açılardan bakıp bir değerlendirme yaptığımıza şunları görüyoruz: Cemaat yapısında bilgi daima geri plandadır. Bunun sebebi, gerçekliğin "hakk"a göre değil, "cemaat önderine göre" tarif edilmesidir. Bu çerçevenin dışında kalan gerçekler, cemaat için ya hiç yoktur, veya önemsizdir. Böyle sabit, durgun ve kapalı bir gerçeklik anlayışı, elbette cemaatte bilginin gelişmesine ve yaygınlaşmasına imkan vermez. Gerçekliğe ulaşmak, önce o yönde ciddi bir yönelim, ciddi bir motivasyon gerektirir. Cemaat üyeleri ise zaten gerçekliğe liderleri vasıtasıyla ulaştıklarını kabul etmiş olduklarından, onlar için artık böyle bir çabaya ihtiyaç kalmamış sayılır. Cemaatlerde "eleştiri", cemaat yapısına ters bir kavram olduğundan, yeni bilgilere ulaşmanın yolu bu yönden de kapanmış olmaktadır.
Cemaat yapısına karşılık medeniyetler, birbirinden bağımsız fakat birbirini tamamlayan ve destekleyen, ve birbirini kendi alanlarında mükemmelliğe sevkeden müesseseler üzerine kurulur. Bütün medeniyetlerde ortak olan bir özellik mükemmellik arayışıdır. Cemaatler liderin ölümüyle dağılıp parçalanabilir, fakat medeniyetlerde müesseseler fonksiyonlarını icra ettikleri sürece, kişilere bağlı kurumlar olmadığından toplumların dağılmasını önlerler ve medeniyetin devamlılığını sağlarlar. Hatta devletler zayıflayıp yıkılsa bile bu devamlılık sürebilir. Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı Devletleri buna örnek olarak gösterilebilir. Abbasi devletinin dünyanın en karışık bir bölgesinde 500 yıldan fazla (750-1254) varlığını sürdürebilmesinin temelinde Beyt-ül Hikme gibi bir bilgi merkezini kurmuş ve 200 yıldan fazla devam ettirmiş olması yatmaktadır. Selçuklular da bu gün bile Anadolu'da hemen göze çarpan sağlam bir medrese ağına sahipti. Osmanlılar ise iyi işleyen ve toprağa ve el sanatlarına bağlı bir siyasi, iktisadi ve sosyal yapıya ve sarsılmaz adalet müesseselerine sahipti.
Gerçeklik, bilgi ve adalet kavramları birbiriyle çok sıkı bağları olan kavramlardır. Gerçeklik ve bilgi kavramlarından uzaklaşma, adalet kavramının da zayıflamasına yol açar. Bazı cemaatlerin kendilerine dokunmadığı için diğer insanlara yapılan haksızlıklara seyirci kalmaları, hatta kendilerine de zarar gelir endişesiyle haksızlık yapanları teşvik edici beyanlarla desteklemeleri bunlardaki adalet duygusunun ne kadar zayıf olduğunu göstermektedir. Adalet duygusunu kaybetmiş toplumların, ne kadar güçlü görünürlerse görünsünler tarih ölçeğine göre kısa sürede çöktüklerini yakın zamandaki örnekleriyle görmüş bulunuyoruz.
Özet olarak, cemaatler aynı tek hücreli bir canlı gibi, kendi içinde belli bir varlık amacına yönelik olarak belli bir süre için başarılı, fakat dış dünyanın etkilerine karşı dayanıksız bir toplum yapısı oluşturmaktadır. Halbuki sağlıklı bir toplumsal yapı, birbirini destekleyen dokulara sahip çok hücreli bir canlı gibidir. Böyle bir canlıda hücreler ve dokular birbiriyle rekabet için değil, içinde bulundukları canlının dış dünyada varlığını sürdürebilmesini sağlayacak şekilde faaliyetlerini sürdürürler. Böyle bir canlıda, dokular ve hücreler arasında sürekli bir iletişim, bir mesaj alışverişi vardır. Bu iletişimde her doku nelere ihtiyacı olduğunu, nelerin fazlalık olduğunu hiçbir sansüre yer bırakmayacak şekilde mesajlarıyla gerekli yerlere iletir. Dokulardan birinde ortaya çıkan bir hastalık bütün organizmayı hastalığın giderilmesi yönünde faaliyete geçirir.
Sağlıklı bir toplumsal yapı, yani medeniyet, sürekli gerçekleri araştıracak müesseselere sahip olan, gerçekleri gizlemeyen, onları çarpıtmadan bireylerine ulaştırabilen, açıkça yıkıcı veya kışkırtıcı ve haksız eyleme dönüşmeyen eleştiriye her imkanı sağlayan bir toplumdur. Gerçekliğe ( hakka) önem veren bir toplum tabii olarak bilgiye de önem verecektir. Ancak böyle bir toplum, adaleti gerçeklikle ( hak ile) işleyen bir müessese haline getirebilir. Bu toplumda esas önderler, gerçeklik, bilgi ve adaleti her şeyin üstünde tutan insanlardır. Bunlar adeta o toplumun veya ulusun canı gibidirler. Böyle insanları içinde barındırmayan, onları desteklemeyen bir toplum cansız bir toplum demektir ve içinde yaşadığı ülkenin nizam ve huzura kavuşması da mümkün değildir. İçinde huzur ve nizam olmayan bir ülkede insanlar gerçekleri araştırma ve bilgi edinme yerine, geçici dünya menfaati için sürekli bir çekişme içinde boş meselelerle uğraşarak ömür tüketirler.
Islam dünyasının bu gün içinde bulunduğu kaotik durumun temelinde genel manada bir "medeniyet" meselesi yatmaktadır. Bunun da temelinde Islam'ın temel kavramlarına dayalı yeni bir dünya düzeni, yeni bir "Nizam-ı Alem" fikrinin hala geliştirilememiş olmasıdır. Sözünü ettiğimiz bu kavramlar gerçeklik ( hak), bilgi ( ilm), adalet ( adl) ve nizam ( mizan) kavramlarıdır. Gerçeklik peşinde koşmayı birinci meselesi olmaktan çıkarıp tali meselelerle uğraşan insanlarla yeni bir medeniyet kurulamaz. Çükü gerçeklik ( hak) için her şeyini feda etmeye hazır olmayan insanların üstün bir bilgiye ulaşması mümkün değildir. Bilgisiz bir toplumun da adaleti işleyen bir müessese haline getirmesi mümkün değildir. Adaleti ayakta tutan müesseseleri olmayan bir toplum da hiçbir zaman nizama kavuşamaz, ve dolayısıyla her türlü hırsızlık, yolsuzluk, kaçakçılık, zulüm ve işkence belasından kurtulamaz.
Bir toplumda adaletin müessese haline gelmesi adaleti her şeyin üzerinde tutan "adalet aşığı" hakimlerin bulunmasına bağlıdır. Bunların olması da o toplumda gerçeklik ( hak) aşığı bilginlerin ve bilgi peşinde koşan insanların bulunmasına bağlıdır. İşte buradan hareketle diyoruz ki, ancak gerçeklik, bilgi ve adaletin aşığı insanlar yeni bir medeniyetin kurucusu olacaklardır. Bu ideallerin peşinde koşan insanların önderlik ettiği bir toplumda gerçekler yalan haberlerle ve sloganlarla örtülemeyecektir, çünkü bu toplumda bilenler ne pahasına olursa olsun gerçeklerin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Böyle bir toplumda mahkemeler gerçeklik ve bilgiye dayalı adaletin ayakta tutulduğu mekanlar olacak ve buralarda insanlara asla bilerek haksızlık yapılmayacaktır. Kanunlar da yönetenlerin keyfine veya menfaatlerine göre değil, gerçekliğe ve bilgiye dayalı olarak düzenlenmiş olacağından, insanlara "yasal haksızlık" da yapılmayacaktır.
3. Sonuç
Bu gün dünyada müslümanlar, birkaç yüzyıldır gerçekliğe ve bilgiye gereken değeri vermedikleri, bunları ihmal ettkleri için her yerde haksızlığa uğramaktadırlar. Hatta bu ihmalleri yüzünden kendilerine yapılan haksızlıkları adeta "hak etmiş" olmaktadırlar.
Müslümanlar ilme sahip çıkmadıkları sürece hristiyanlığın akıbetinden, yani İslam dışı, ve hatta İslam'a düşman siyasi iktidarlara boyun eğip dinlerini kendi elleriyle bozmaktan kurtulamayacaklardır. Müslümanlar asla bilgiden uzak yaşayamaz, çünkü bilgi müslümanın inancını kuvvetlendirir, çünkü bilgi hakkın yani gerçekliğin ifadesi olan herşeydir. Bilgili ve dolayısıyla kuvvetli inanç sahibi müslümanlar siyasi baskı, aşağılık kompleksi ve benzeri zorlamalarla inançlarına ve yaşayışlarına putperestlik karıştırılmasına izin vermezler.
Bir medeniyetin kurulmasında toplumun her kesimine görevler düşmektedir. Herkesin kendisini, yaptığı meşru işi en mükemmel bir şekilde yapacak şekilde geliştirmeye çalışması gerekmektedir.
Müslümanların hemen her yönden (adli, siyasi, mimari, sosyal, ve iktisadi alanlarda) hasta bir düzende "şurayı veya burayı ele geçirerek düzeni düzeltmek" gibi bir amaç için kendi kimliklerinden fedakarlık etmeleri doğru bir strateji değildir. En sağlam strateji, toplumda fertlerin, şartlar ne olursa olsun, kendi kendilerini en bilgili olacak şekilde yetiştirmelerini sağlayan stratejidir. İnsanların eğitim kurumlarına, hatta kütüphanelere girmelerinin bile yasaklanması da dahil, hiçbir mazeret kararlı ve akleden bir ulusun kendisini en iyi şekilde yetiştirmesine engel olamaz. Çünkü Allah, gerçekliği ( hakkı) savunan ve bilgiye ( ilme) sahip çıkanlarla beraberdir, ve onlara yollarını muhakkak gösterecektir.

TC Seriati'nin Temal Esaslari

   TC SERIATININ TEMEL ESASLARI   Baslangic Esaslari  Isbu ANAYASA, Kutsal Roma Imparatorlugu'nun tanrisi olumsuz Jupiter'in takipci...