3 Aralık 2020 Perşembe

KUR'AN'da "MEKAN" ile ilgili kavramlar

 

KUR’AN’DA MEKANLA İLGİLİ KAVRAMLAR


Haysu

=======

[Bu kelime Kitap’ta iki manada kullanılıyor; “yer” ve “yön”. “Yer” manasında geçtiği ayetlerde, sınırları belli olmayan bir yer manasında kullanılıyor. “Yön” manasında geçtiği ayetlerde ise daha çok “min” (den) ekiyle kullanılıyor. Bu çerçevedeki kullanımları “boyut” manasına da gelebiliyor (7/27, 7/182).]


2/35 “Dedik ki: Ey Adem sen ve eşin o cennette yerleşin ve onda dilediğiniz yerde rahatça [bol bol] yiyin (= Üskun ente ve zevcüke’l cennete ve küla ragaden minha haysu şi’tuma) …”

(adem, cennet, dilediğiniz yerden, yemek)

2/58 “[Beni İsrail’e] Dedik ki: Şu şehre girin ve onda dilediğiniz yerde yiyin (= fe külu minha haysu şi’tum) …” (karye, girmek, dilediğiniz yerden, yemek)

2/144 “… nerede olursanız yüzünüzü ona doğru [Mescid-i Haram’a] çevirin (= ve haysu ma küntüm fe vellu vucuheküm şatrahu) …”

(olduğunuz yer, yüzünüzü çevirin, kabenin tarafı)

2/149 “Nereden [yola] çıkarsan yüzünü Mescid-i Haram’a doğru çevir, bu elbette Rabbinden gelen gerçektir (= ve min haysu haracte fe velli vecheke şatral mescidil harami ve innehu lel hakku min rabbike).”

(yola çıktığın yer, yüzünü çevirmek, mescidi haram, taraf, hakk)

2/150 “Nereden [yola] çıkarsan yüzünü Mescid-i Haram’a çevir, nerede olursanız yüzünüzü ona doğru tarafına çevirin ki insanların aleyhinize bir delili olmasın (= ve min haysu haracte fe velli vecheke şatral mescidil harami ve innehu lel hakku min rabbike) …”

(yola çıktığın yer, olduğunuz yer, yüzünü çevirmek, mescidi haram, taraf)

2/191 “[Sizinle savaşanlar] onları nerede yakalarsanız öldürün, onların sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın (= vaktuluhum haysu sakiftumuhum ve ahricuuhum min haysu ahracuukum) …”

(yakaladığınız yer, sizi çıkardıkları yer)

2/199 “Sonra insanların akın akın döndüğü yerden siz de akın akın dönün ve Allah’dan mağfiret dileyin (= sümme efiyduu min haysu efaadannasu) …”

(insanlar, akın akın döndüğü yerden)

2/222 “… adet gören kadınlar temizlendikleri zaman Allah’ın emrettiği yerden onlara yaklaşın (= fe’tu hunne min haysu emerekum-ullah) …”

(emrettiği yer, yaklaşmak)

4.89 “ … eğer [o münafıklar] yüz çevirirlerse [size karşı dönererse] onları bulduğunuz yerde yakalayın ve öldürün, onlardan ne bir dost, ne de yardımcı tutmayın (= fe in tevellev fe huzuuhum vaktuluhum haysu veced tumuhum).”

(bulduğunuz yerde, yakalamak, öldürmek)

4.91 “… eğer onlar sizden uzak durmazlar, sizinle barış içinde yaşamak istemezler ve ellerini savaştan çekmezlerse, onları bulduğunuz yerde yakalayın ve öldürün (= fe huzuuhum vaktuluuhum haysu sakiftumuuhum); işte böylelerine karşı size açık bir yetki (= sultan) verdik.”

(bulduğunuz ve yakaladığınız yer, sultan)

6/124 “… Allah, elçiliği nereye yapacağını bilir (= allahu a’lemu haysu yec’alu risaletehu) …”

(Allah, risalet, nereye, yapmak, bilmek)

7/19 “Ey Adem, sen ve eşin o cennette durun, dilediğiniz yerden yiyin (= ve ya ademu eskün ente ve zevcükel cennete fe küla min haysu şi’tuma) …”

(adem, cennet, dilediğiniz yerden, yemek)

7/27 “… çünkü o [şeytan] ve kabilesi, onları göremeyeceğiniz yönden sizi görürler (= innehu yeraküm huve ve kabiluhu min haysu la teravnehüm) …”

(şeytan ve kabilesi, görür, yön, siz göremezsiniz)

7/161 “Onlara [Beni İsrail’e] demiştik ki: Şu şehre yerleşin, ve dilediğiniz yerden yiyin (= ve iz kıyle lehum üskunu hazihil karyete ve külu minha haysu şi’tüm) …”

(şehre yerleşmek, dilemek, yer, yemek)

7/182 “Ayetlerimizi yalanlayanları bilmedikleri yönden tedricen [helake] yaklaştıracağız (= vellezine kezzebu bi ayatina se nestedricuhüm min haysu la ya’lemun).”

(ayet, yalanlamak, bilmedikleri yön, yavaş yavaş yaklaştırmak)

9/5 “Haram ayları çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayın, hapsedin ve her gözetleme yerinde oturup onları bekleyin; eğer tövbe ederler, namazı kılarlar, zekatı verirlerse yollarını serbest bırakın; çünkü Allah, bağışlayandır, esirgeyendir (= faktulül müşrikine haysu vecedtümuhum).”

(haram aylar, müşrikler, bulduğunuz yerde, öldürmek)

12/56 “Böylece Biz Yusuf’a o ülkede iktidar verdik, orada dilediği yerde konaklardı (= ve kezalike mekkenna li yusufa yetebevveu minha haysu yeşa); Biz dilediğimiz kimseye rahmetimizi ulaştırırız, güzel davrananların ecrini zayi etmeyiz.”

(yusuf, ülke, mekkenna li, dilediği yer, dilediğimiz, kimse)

12/68 “[Yusuf’un kardeşleri] babalarının emrettiği yerden şehre girdi (= velemma dahalu min haysu emerehüm ebuhüm) …”

(babalarının emrettiği yerden, şehre girmek)

15/65 “Hemen gecenin bir kısmında aileni yürüt, sen [Lut] de arkalarından git, içinizden hiç kimse arkasına bakmasın; emredildiğiniz yere/yöne gidin (= vemduu haysu tu’merun)

(emredildiğiniz yer/yön, gitmek)

16/26 “Onlardan öncekiler de tuzak kurmuşlardı; Allah [emri] onların binalarının temellerinden gelmiş, üstlerindeki tavan başlarına çökmüştü ve azab onlara farkında olmadıkları bir yönden gelmişti (= ve eta hum’ül azabu min haysu la yeş’uruun).”

(tuzak kurmak, azab, gelmek, farkında olmamak, yön)

16/45 “Kötülük tuzakları kuranlar, Allah’ın kendilerini yerin dibine geçirmeyeceğinden, yahut hiç farkında olmadıkları bir yönden azabın kendilerine gelmeyeceğinden emin mi oldular? (= ev ye’tiyehümül azabu min haysu la yeşuruun).”

(kötlülük tuzakları kurmak, azab, gelmek, farkında olmamak, yön)

20/69 “Sağ elindekini at, onların yaptıklarını yutsun; çünkü onların yaptıkları sihirbaz hiylesidir; sihirbaz da nereye gitse felah bulmaz (= ve la yüflihus sahiru haysu eta).”

(sihirbaz, gittiği yer, felah bulmaz)

38/36 “Biz ona [Süleyman’a] rüzgarı musahhar kıldık, O’nun [Allah’ın] emri ile seçtiği yöne/yere sarsılmadan [yumuşak bir şekilde] sür’atle akıp giderdi (= tecriy bi emrihi ruhaen haysu esaab)

(seçtiği yön, akıp gitmek)

39/25 “Onlardan öncekiler de yalanladılar, bundan dolayı azab onlara farkında olmadıkları bir yönden geldi (= fe etahumul azabu min haysu la yeş’urun).”

(azab, gelmek, farkında olmamak, yön)

39/74 “[Cennetlikler de] Bize verdiği sözü yerine getiren ve bizi dilediğimiz yerinde oturacağımız bu Cennet yurduna varis kılan Allah’a hamdolsun (= haysu neşa); [Allah için] çalışanların ecri ne güzeldir.”

(cennet, dilediği yer, oturmak)

59/2 “… fakat Allah [emri ile] onlara hesab etmedikleri yönden geldi (= fe etahumullahu min haysu lem yahtesibu) …”

(Allah’ın emri, gelmek, hesab etmedikleri, yön)

65/3 “Ve [Allah] onu hesab etmediği yönden rızıklandırır (= ve yerzukuhu min haysu la yahtesib); kim Allah’a dayanırsa O, ona yeter; Allah emrini yerine getirendir (= innallahe baligu emrihi); Allah herşey için bir ölçü koymuştur (= kad ce’al allahu li külli şey’in kadra).”

(hesab etmediği, yön, rızıklandırır, emr, kadr)

65/6 “[Boşadığınız] o kadınları oturduğunuz yerin [evinizin] bir bölümünde oturtun (= eskinuu hunne min haysu sekentüm min vücdiküm) …”

(oturduğunuz yer, bir bölümü)

68/44 “Bu sözü yalanlayanları bana bırak, onları bilmedikleri yönden derece derece azaba yaklaştıracağız (= min haysu la ya’lemun)

(azab, yaklaştırmak, bilmediği yön)


Şatr (bir şeye doğru)

==========

[Kur’an’da şatr kelimesi “bir şeye doğru” (mesela “Mescid-i Haram’a doğru) manasında geçiyor. Bu bakımdan haysu kelimesinden ayrılıyor.]


2/144 “… nerede olursanız yüzünüzü ona doğru [Mescid-i Haram’a] çevirin (= ve haysu ma küntüm fe vellu vucuheküm şatrahu) …”

(olduğunuz yer, yüzünüzü çevirin, kabenin tarafı)

2/149 “Nereden [yola] çıkarsan yüzünü Mescid-i Haram’a doğru çevir, bu elbette Rabbinden gelen gerçektir (= ve min haysu haracte fe velli vecheke şatral mescidil harami ve innehu lel hakku min rabbike).”

(yola çıktığın yer, yüzünü çevirmek, mescidi haram, taraf, hakk)

2/150 “Nereden [yola] çıkarsan yüzünü Mescid-i Haram’a çevir, nerede olursanız yüzünüzü ona doğru çevirin ki insanların aleyhinize bir delili olmasın (= ve min haysu haracte fe velli vecheke şatral mescidil harami ve innehu lel hakku min rabbike) …”

(yola çıktığın yer, olduğunuz yer, yüzünü çevirmek, mescidi haram, taraf)


Canib (yan, taraf)

================

[Kur’an’da canib kelimesi “yan” ve “taraf” manalarına geliyor.]


17/68 Yoksa karayı yana çevirip sizi batırmayacağından (= en yahsife biküm canib-el berri) … emin mi oldunuz? …

19/52 Ona [Musa’ya] Tur’un sağ yanından seslendik (= min canib-it turil eymeni) …

20/80 Ey İsrail oğulları, Biz sizi düşmanınızdan kurtardık ve Tur’un sağ yanında [Musa ile konuşmayı] size vaad ettik (= ve vaadnaküm canib-it turil eymeni)

28/29 Musa o süreyi bitirip ailesiyle yola çıkınca Tur’un sağ yanında bir ateş farketti (= felemma kada muse’el ecele bi ehlihi aanese min canib-it turi naren) …

28/44 Biz, o emri Musa’ya kaza ettiğimizde sen [o vadinin] batı yanında değildin (= vema künte bi canib-il garbiyyi iz kadayna ila muse’l emr) …

28/46 Biz, [Musa’ya] seslendiğimizde sen Tur’un yanında değildin (= ve ma künte bi canib-it turi iz nadeyna) …

37/8 Onlar [şeytanlar] Mele-i Ala’yı dinleyemezler; onlara her yandan [alevli ateşler] atılır (= ve yukzefune min külli canib).


Mekanin

=======

[“Mekan” kelimesi ayetlerde en az üç ayrı manada geçiyor. Birincisi, “bir eşin yerine başka bir eş” (4/20), “kötülüğün yerine iyilik” (7/95), “bir ayetin yerine” (16/101) ayetlerinde olduğu gibi “A yerine B” şeklinde kullanılmasıdır ki burada A ve B cisim olabildikleri gibi kavram da olabiliyor. İkincisi, sınırları belli bir yer “mekanel beyt” (Kabe’nin yeri - 22/26) manasında kullanılmasıdır. Üçüncüsü ise, her mekandan (“min külli mekanin” - 10/22, 14/17, 16/112), ve uzak/yakın bir mekandan (22/31, 24/12, 34/51, 34/52, 34/53, 41/44, 50/41) şeklinde kullanılmasıdır. Burada dikkat çeken husus hiçbir ayette “min kulli haysu” ifadesi geçmiyor, fakat “min külli mekanin” denebiliyor.]


4/20 “Bir eşin yerine başka bir eş almayı murad ettiğinizde (= ve in eradtüm estibdale zevcin mekane zevcin) …”

(eş, mekan/yerine, başka bir eş, murad etmek)

7/95 “Sonra kötülüğün yerine iyilik getirdik de [insanlar] çoğaldılar (= sümme beddelna mekanes seyyietil hasene); sonra: ‘Atalarımıza da darlık ve sevinç dokunmuştu,’ dediler [ve ibret alıp şükretmediler]; Biz de onları bir sırada ansızın [azabımızla] yakaladık.”

(kötülük, mekan/yerine, iyilik)

10/22 “Sizi karada ve denizde yürüten O’dur; gemide bulunduğunuz zaman, içinde bulunanları hoş bir rüzgarla alıp götürürken bununla sevindikleri sırada birden ona şiddetli bir kasırga gelip de her yerden dalgalar geldiği (= ve cae hümül mevcu min külli mekanin) ve artık kendilerinin tamamen kuşatıldıklarını sandıkları zaman, dini yalnız Allah’a has kılarak O’na yalvarmağa başlarlar: ‘Andolsun, eğer bizi bundan kurtarırsan şükredenlerden olacağız.’”.

(dalgalar, her mekandan/yerden, gelir)

22/26 “Bir zamanlar İbrahim’i beytin (Kabe’nin) yerine konaklandırmıştık (= ve iza bevve’na li ibrahime mekanel beyt) [ve demiştik]: Bana hiçbir şeyi ortak koşma ve tavaf edenler, ayakta duranlar, rüku ve secde edenleri için evimi temizle.”

(beytin mekanı, konaklandırmak)

22/31 “Allah’a ortak koşmadan halis olarak O’nu birleyenlerden olun; kim Allah’a ortak koşarsa o sanki gökten düşmüş de kendisini bir kuş kapıyor veya rüzgar onu ücra bir mekanda sürüklüyor gibidir (= ev tehviy bihir riyhu fi mekanin sehıyk).”

(rüzgar, sürüklemek, ücra bir mekanda)

25/12 “[Bu ateş] onları uzak bir mekandan görünce onun öfkesini ve homurtusunu işitirler (= iza raethum min mekanin baiydin semiu leha tegayyuzan ve zefiyra).”

(ateş, görünce, uzak bir mekandan)

34/51 “Telaşa düştükleri zaman [onları] bir görsen; hiçbiri kurtulamaz; yakın bir yerden yakalanmışlardır (= ve uhizuu min mekanin kariyb).”

(yakın bir mekandan, yakalanmak)

34/52 “Ve ‘ona inandık’ demektedirler; ama onlar için uzak bir mekandan [dünyadan imanı] elde etmek nasıl olabilir? (= ve enna lehüm-üt tenavüşü min mekanin baiyd).”

(uzak bir mekandan, elde etmek)

34/53 “Oysa daha önce onu inkar etmişlerdi; uzak bir mekandan [dünyadan] gayba atıp tutuyorlardı (= ve yakzifune bil gaybi min mekanin baiyd).”

(uzak bir mekandan, gayba atmak)

41/44 “… inanmayanlara gelince; onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve bu onları körleştirir; sanki onlar uzak bir mekandan çağırılıyorlardır (= ülaike yunadevne min mekanin baiyd).”

(uzak bir yerden, çağrılmak)

50/41 “Dinle, o gün çağıran yakın bir mekandan çağırır (= festemi’ yevme yunadel münaadi min mekanin kariyb).”

(çağıran, yakın bir mekandan, çağırır)


Mekanen

=======

5/60 … daha kötü bir durum/yer (=şerrun mekanen)

12/77 … daha kötü bir durum/yer (= şerrun mekanen)

19/16 … doğuda bir yer (= mekanen şarkıyya)

19/22 … gözden [insanlardan] uzak bir mekan (= mekanen kasıyya)

19/57 … [İdris için] yüce bir mekan (= mekanen ‘aliyya)

19/75 … daha kötü bir durum/yer (=şerrun mekanen)

20/58 … [Musa ve sihirbazlar için] açık [düzlük] bir yer (= mekanen suu)

25/13 … [Cehennemde] dar bir yer (= mekanen dayyikan)

25/34 … daha kötü bir durum/yer (=şerrun mekanen)


Mekaneküm

========

10/28 … yerlerinize! (= mekaneküm)

Mekanehu

=======

7/143 ... sen [Musa] Beni göremezsin fakat dağa bak, eğer o mekanında (= mekanehu) durursa Beni göreceksin! Rabbi dağa tecelli edince onu darmadağın etti ve Musa da düşüp bayıldı …

12/78 [Yusuf’un kardeşleri] onun yerine (= mekanehu) bizi al, dediler …

28/82 Dün onun [Karun’un] yerinde (= mekanehu) olmayı temenni edenler…


Mekanetiküm

===========

6/135 … elinizden geleni / imkanınızda olanı yapın (= i’mel ala mekanetiküm)

11/93 … elinizden geleni / imkanınızda olanı yapın (= i’mel ala mekanetiküm)

11/121 … elinizden geleni / imkanınızda olanı yapın (= i’mel ala mekanetiküm)

39/39 … elinizden geleni / imkanınızda olanı yapın (= i’mel ala mekanetiküm)


Mekanetihim

==========

36/67 Dilesek kılıklarını değiştirip onları oldukları yerde dondururduk (= ve leve neşau le mesahnahum ‘ala mekanetihim), ne ileri gider, ne geri dönebilirlerdi.





Kün

=======

[Kitap’ta “kün” ve “mekan” kelimeleri aynı kökten geliyor (k-v-n). Emr hazırlandıktan sonra ona “ol” denince, bir mekan kazanmış oluyor ve onunla bir “şey” ortaya çıkıyor. Böyle bir kavram başka hiçbir kitapta yok.]


2/117 O, göklerin ve yerin yaratıcısıdır; bir emri kaza ettiğinde ona ol, der böylece o olur (= ve iza kada emren fe innema yekulu lehu kün fe yekun).

3/47 O, bir emri kaza ettiğinde ona ol, der o da olur (= iza kada emren fe innema yekulü lehu kün fe yekun).

3/59 Allah indinde İsa’nın durumu Adem’in durumu gibidir; onu [Adem’i] topraktan yarattı, sonra ona ol, dedi böylece o da oldu (= sümme kale lehu kün fe yekun).

6/73 Gökleri ve yeri hakk olarak yaratan O’dur; ol dediği gün olur (= ve yevme yekulü kün fe yekun); sözü hakkdır [gerçekleşir].)

7/144 [Musa] … şükredenlerden ol (= fe kün min eş-şakiriyn)

15/98 … secde edenlerden ol (= ve kün min es-sacidiyn)

16/40 … onu murad ettiğimizde bir şey hakkında sözümüz ol, demektir, o da olur (= innema kavluna li şey’in iza eradnahu en nekule lehu kün fe yekun).

19/35 O, bir emri kaza ettiğinde ona ol, der o da olur (= iza kada emren fe innema yekulü lehu kün fe yekun).

36/82 O, bir şeyi murad ettiği zaman emri ol, demektir, o da olur (= innema emruhu iza erade şey’en en yekule lehu kün fe yekun).

39/66 … ve şükredenlerden ol (= ve kün min eş-şakiriyn)

40/68 O, bir emri kaza ettiği zaman ona ol, der o da olur (= fe iza kada emren fe innema yekulü lehu kün fe yekun).


[Yukarıdaki iki ayette (3/59, 6/73) dikkat çeken bir husus haleka (= yaratma) kelimesinin “bir şeyi tasarlamak” manasında geçtiğidir. Bu ayetlerde yaratma, kün (= ol) emriyle o şeyin varlık haline getirimesinden önceki bir fiil için kullanılıyor. Diğer bir husus da şudur: erade (= murad etmek) kelimesinin kün (= ol) kelimesiyle geçtiği ayetlerde “şey” kelimesi geçmektedir (16/40, 36/82), fakat emrin kaza edilmesinden (= iza kada emren) bahsedilen ayetlerde, “şey” kelimesi geçmiyor, “kada” kelimesi sadece İsa’nın yaratılışı ile ilgili ayetlerde (2/117, 3/47, 19/35) ve insanın yaratılmasıyla ilgili bir ayette (40/68) geçiyor. Buradaki ayetlerde kada (= kaza etmek) kelimesi bir olayın gerçekleştirilmesi için, erade kelimesi ise bir şeyin varlık getirilmesi için kullanılıyor.]


Künu

=======

2/65 … bu yüzden onlara, aşağılık maymunlar olun, dedik (= fe kulna lehüm künu kıradeten hasiıyn)

2/135 … “yahudi veya hıristiyan olun (= künu huuden ev nasara) ki doğru yolu bulasınız,” dediler

3/79 … öğrettiğiniz kitab ve tedris ettikleriniz gereğince Rabbe halis kullar olun (= künu rabbaniyyin)

4/135 … insafı ayakta tutanlar olun (= künu kavvamine bil kıst)

5/8 … insafı ayakta tutanlar olun (= künu kavvamine bil kıst)

7/166 … onlara, aşağılık maymunlar olun, dedik (= kulna lehüm künu kıradeten hasiıyn)

9/119 … sadıklarla beraber olun (= künu mea-s sadikıyn)

17/50 … ister taş olun ister demir (= künu hıcareten ev hadid)

61/14 … ey iman edenler … Allah’a yardım edenler olun (= künu ensarallah).

Küniy

=======

21/69 Dedik ki: Ey ateş, İbrahim için serin ve selametli ol! (= kulna ya naaru kuniy berden ve selamen li ibrahim).




Ard

=======

[“Ard” kelimesi Kitap’ta yaklaşık 450 ayette geçmektedir. Kitap’ta bu kelime birkaç manada kullanılıyor: 1) Yer küresi, arz, 2) Ülke - ardil mısr, 3) Arazi, tarla, 4) Kozmolojik çerçevede semavatın (uzayların) karşıtı olarak “kütlesi olan maddi varlık”, yani “madde”. Ayrıca, dikkat etmek gerekiyor ki, “ard” kelimesinin çoğulu da gene “ard”dır. ]


Sema

====

[Kur’an’da sema kelimesi, “gökyüzü”, “güneş sistemini içine alan mekan” (= semaed dünya), ve “uzay” manasına da gelebilir. Buna göre bunun çoğulu olan semavat kelimesi “uzaylar” manasına gelebilir.]




Karye: şehirden küçük, binaları toplu halde bulunan yer, kasaba.

Medine: şehir

Belde: mevki, (bölge?)


Karn: nesil

Kuruun: nesiller

























KUR’AN’DA MEKANLA İLGİLİ KAVRAM GRAFİKLERİ


Haysu

=======

[Bu kelime Kitap’ta iki manada kullanılıyor; “yer” ve “yön”. “Yer” manasında geçtiği ayetlerde, sınırları belli olmayan bir yer manasında kullanılıyor. “Yön” manasında geçtiği ayetlerde ise daha çok “min” (den) ekiyle kullanılıyor. Bu çerçevedeki kullanımları “boyut” manasına da gelebiliyor (7/27, 7/182).]


yer” manasında

--------------------

sen ve eşin o cennette yerleşin ve onda dilediğiniz yerde rahatça yiyin 2/35

sen ve eşin o cennette durun, dilediğiniz yerden yiyin 7/19


Hamdolsun Allah’a ki, bizi dilediğimiz yerinde oturacağımız

bu cennet yurduna varis kıldı 39/74


Yusuf’a o ülkede iktidar verdik, orada dilediği yerde konaklardı 12/56

[Yusuf’un kardeşleri] babalarının emrettiği yerden şehre girdi 12/68


[Beni İsrail’e] dedik ki: Şu şehre girin ve onda dilediğiniz yerde yiyin 2/58

[Beni İsrail’e] demiştik ki: Şu şehre yerleşin, ve dilediğiniz yerden yiyin 7/161

nerede olursanız yüzünüzü ona doğru [Mescid-i Haram’a] çevirin 2/144, 2/150


Nereden [yola] çıkarsan yüzünü Mescid-i Haram’a doğru çevir 2/149, 2/150


[onları] bulduğunuz yerde 4/89, 4/91, 9/5

[size karşı savaşanları] nerede yakalarsanız 2/191

sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın 2/191


insanların akın akın döndüğü yerden siz de akın akın dönün 2/199


[Boşadığınız] kadınları oturduğunuz yerin bir bölümünde oturtun 65/6

kadınlar temizlendikleri zaman Allah’ın emrettiği yerden onlara yaklaşın 2/222


Allah, elçiliği nereye yapacağını bilir 6/124


emredildiğiniz yere gidin 15/65


sihirbaz nereye gitse felah bulmaz 20/69



yön” manasında

---------------------

[Allah] onu hesab etmediği yönden rızıklandırır 65/3


Allah [emri ile] onlara hesab etmedikleri yönden geldi 59/2

azab onlara farkında olmadıkları bir yönden gelmişti 16/26, 39/25

hiç farkında olmadıkları bir yönden azabın kendilerine

gelmeyeceğinden emin mi oldular? 16/45

[onları] bilmedikleri yönden tedricen [helake] yaklaştıracağız 7/182

onları bilmedikleri yönden derece derece azaba yaklaştıracağız 68/44


o [şeytan] ve kabilesi, onları göremeyeceğiniz yönden sizi görürler 7/27


[Allah’ın] emri ile seçtiği yöne/yere sarsılmadan sür’atle akıp giderdi 38/36




Şatr (bir şeye doğru)

==========

[Kur’an’da şatr kelimesi “bir şeye doğru” (mesela “Mescid-i Haram’a doğru) manasında geçiyor. Bu bakımdan haysu kelimesinden ayrılıyor.]


nerede olursanız yüzünüzü ona doğru [Mescid-i Haram’a] çevirin 2/144, 2/150

Nereden [yola] çıkarsan yüzünü Mescid-i Haram’a doğru çevir 2/149, 2/150


Canib (yan, taraf)

================

[Kur’an’da canib kelimesi “yan” ve “taraf” manalarına geliyor.]


karayı yana çevirip sizi batırmayacağından …emin mi oldunuz? 17/68

Musa o süreyi bitirip ailesiyle yola çıkınca Tur’un sağ yanında bir ateş farketti 28/29

[Musa’ya] Tur’un sağ yanından seslendik 19/52

Tur’un sağ yanında [Musa ile konuşmayı] size vaad ettik 20/80

Biz, o emri Musa’ya kaza ettiğimizde sen [o vadinin] batı yanında değildin 28/44

Biz, [Musa’ya] seslendiğimizde sen Tur’un yanında değildin 28/46


[şeytanlar] Mele-i Ala’yı dinleyemezler; onlara her yandan [şihab] atılır 37/8


Mekanin

=======

[“Mekan” kelimesi ayetlerde en az üç ayrı manada geçiyor. Birincisi, “bir eşin yerine başka bir eş” (4/20), “kötülüğün yerine iyilik” (7/95), “bir ayetin yerine” (16/101) ayetlerinde olduğu gibi “A yerine B” şeklinde kullanılmasıdır ki burada A ve B cisim olabildikleri gibi kavram da olabiliyor. İkincisi, sınırları belli bir yer “mekanel beyt” (Kabe’nin yeri - 22/26) manasında kullanılmasıdır. Üçüncüsü ise, her mekandan (“min külli mekanin” - 10/22, 14/17, 16/112), ve uzak/yakın bir mekandan (22/31, 24/12, 34/51, 34/52, 34/53, 41/44, 50/41) şeklinde kullanılmasıdır. Burada dikkat çeken husus hiçbir ayette “min kulli haysu” ifadesi geçmiyor, fakat “min külli mekanin” denebiliyor.]


Bir eşin yerine başka bir eş almayı murad ettiğinizde 4/20


kötülüğün yerine iyilik getirdik 7/95


her yerden dalgalar geldiği 10/22


İbrahim’i beytin (Kabe’nin) yerine konaklandırmıştık 22/26


rüzgar onu ücra bir mekanda sürüklüyor gibidir 22/31


[Cehennem] onları uzak bir mekandan görünce 25/12


yakın bir yerden yakalanmışlardır 34/51


onlar için uzak bir mekandan [dünyadan] imanı kazanmak 34/52


uzak bir mekandan [dünyadan] gayba atıp tutuyorlardı 34/53


sanki [o inanmayanlar] uzak bir mekandan çağırılıyorlardır 41/44


Dinle, o gün çağıran yakın bir mekandan çağırır 50/41


Mekanen

=======

daha kötü bir durum/mekan 5/60, 12/77, 19/75, 25/34

doğuda bir mekan 19/16

gözden [insanlardan] uzak bir mekan 19/22


[İdris için] yüce bir mekan 19/57


[Musa ve sihirbazlar için] açık [düz] bir mekan 20/58


[Cehennemde] dar bir mekan 25/13


Mekaneküm

========

yerlerinize! 10/28


Mekanehu

========

dağa bak, eğer o mekanında durursa Beni göreceksin! 7/143

[Yusuf’un kardeşleri] onun yerine bizi al, dediler 12/78

[Karun’un] yerinde olmayı temenni edenler 28/82


Mekanetiküm

===========

elinizden geleni / imkanınızda olanı yapın 6/135, 11/93, 11/121, 39/39

Mekanetihim

==========

Dilesek kılıklarını değiştirip onları oldukları yerde dondururduk 36/67


Kün

=======

[Kitap’ta “kün” ve “mekan” kelimeleri aynı kökten geliyor (k-v-n). Emr hazırlandıktan sonra ona “ol” denince, bir mekan kazanmış oluyor ve onunla bir “şey” ortaya çıkıyor. Böyle bir kavram başka hiçbir kitapta yok.]


bir emri kaza ettiğinde ona ol, der böylece o olur 2/117, 3/47, 19/35, 40/68


murad ettiğimizde bir şey için sözümüz ol, demektir, o da olur 16/40

bir şeyi murad ettiğinde emri, ol demesidir, o da olur 36/82


onu topraktan yarattı, sonra ona ol, dedi böylece o da oldu 3/59

(= sümme kale lehu kün fe yekun).

Gökleri ve yeri hakk olarak yaratan O’dur; ol dediği gün olur 6/73


şükredenlerden ol 7/144, 39/66

secde edenlerden ol 15/98


[Yukarıdaki iki ayette (3/59, 6/73) dikkat çeken bir husus haleka (= yaratma) kelimesinin “bir şeyi tasarlamak” manasında geçtiğidir. Bu ayetlerde yaratma, kün (= ol) emriyle o şeyin varlık haline getirimesinden önceki bir fiil için kullanılıyor. Diğer bir husus da şudur: erade (= murad etmek) kelimesinin kün (= ol) kelimesiyle geçtiği ayetlerde “şey” kelimesi geçmektedir (16/40, 36/82), fakat emrin kaza edilmesinden (= iza kada emren) bahsedilen ayetlerde, “şey” kelimesi geçmiyor, “kada” kelimesi sadece İsa’nın yaratılışı ile ilgili ayetlerde (2/117, 3/47, 19/35) ve insanın yaratılmasıyla ilgili bir ayette (40/68) geçiyor. Buradaki ayetlerde kada (= kaza etmek) kelimesi bir olayın gerçekleştirilmesi için, erade kelimesi ise bir şeyin varlık getirilmesi için kullanılıyor.]


Künu

=====

onlara, aşağılık maymunlar olun, dedik 2/65, 7/166


yahudi veya hıristiyan olun ki doğru yolu bulasınız,” dediler 2/135


Rabbe halis kullar olun 3/79

insafı ayakta tutanlar olun 4/135, 5/8

sadıklarla beraber olun 9/119

ey iman edenler … Allah’a yardım edenler olun 61/14


ister taş olun ister demir 17/50



Küniy

=====

Dedik ki: Ey ateş, İbrahim için serin ve selametli ol! 21/69



Ard

=======

[“Ard” kelimesi Kitap’ta yaklaşık 450 ayette geçmektedir. Kitap’ta bu kelime birkaç manada kullanılıyor: 1) Yer küresi, arz, 2) Ülke - ardil mısr, 3) Arazi, tarla, 4) Kozmolojik çerçevede semavatın (uzayların) karşıtı olarak “kütlesi olan maddi varlık”, yani “madde”. Ayrıca, dikkat etmek gerekiyor ki, “ard” kelimesinin çoğulu da gene “ard”dır. ]


Sema

====

[Kur’an’da sema kelimesi, “gökyüzü”, “güneş sistemini içine alan mekan” (= semaed dünya), ve “uzay” manasına da gelebilir. Buna göre bunun çoğulu olan semavat kelimesi “uzaylar” manasına gelebilir.]




TC Seriati'nin Temal Esaslari

   TC SERIATININ TEMEL ESASLARI   Baslangic Esaslari  Isbu ANAYASA, Kutsal Roma Imparatorlugu'nun tanrisi olumsuz Jupiter'in takipci...