ALLAH'IN TABİAT OLAYLARINI YÖNLENDİRMESİ
Şakir Kocabaş
Özet
Bu çalışmamızda Allah'ın (c.c.) "tabiat olayı" dediğimiz olayları nasıl yönlendirdiğini inceliyoruz. Baştan belirtelim ki, bu incelememiz tamamen Kur’an-ı Kerim’deki ayetlere dayanmaktadır. Daha tafsilatlı bir çalışma için konu ile ilgili hadislerin de göz önüne alınması gerekmektedir. Ancak, Kur’an ayetleri ile Peygamber (a.s.) sözleri arasındaki çelişmezlik prensibine dayanarak söyleyebiliriz ki, bu konuda Kur’an’dan çıkarılabilecek hükümler konunun çerçevesinin doğru bir şekilde kurulması için yeterli olacaktır.
Ele aldığımız esas konumuza girmeden önce, göklerin ve yerin yaratıcısı olan Allah’ın (c.c.) gökler ve yerdeki nizamı nasıl kurduğu ve koruduğu ile ilgili ayetlerinden bazılarını hatırlamamız gerekiyor. Bu maksatla önce, Kur’an’da, Allah’ın Gerçek Yöneten (= Melik-ül Hakk) olduğunu anlatan ayetleri göreceğiz. Daha sonraki bölümde O’nun, göklerdeki nizamı nasıl tesis ettiğini ve onu nasıl koruduğunu anlatan ayetleri biraz ayrıntılı olarak inceleyeceğiz. Sonraki iki bölümde ise “fiziksel olay” ve “tabiat olayı” kavramlarına açıklık kazandırmaya çalışacağız. Bundan sonraki iki bölümde de esas konumuz olan, Allah’ın (c.c.), fiziksel olayları ve tabiat olaylarını nasıl kontrol ettiği ve yönlendirdiği meselesine açıklık getirmeye çalışacağız. Yazımız daha önce anlatılanları özetleyen bir sonuç bölümü ile son bulmaktadır.
1. Allah'ın "Gerçek Yöneten" (= Melik-ül Hakk) Olduğu
Kur’an’da, yaratılışla ilgili birçok ayet Allah’ın (c.c.), göklerin ve yerin yaratıcısı olduğunu ifade etmektedir.1 Başka bir dizi ayet ise, göklerin ve yerin mülkünün Allah’a ait olduğunu ifade etmektedir (= lehü mülk-üs semavati vel ard). Ancak bundan da öte, Allah (c.c.) kendisinin Gerçek Yöneten (= Melik-ül Hakk) olduğunu bildirmektedir:
“Gerçek Yönetici olan Allah, yücedir; sana vahyi kaza edilmeden [tamamlanmadan] Kur’an üzerine aceleci olma ve ‘Rabbim, benim bilgimi arttır’ de.” (Ta-Ha 20/114)
Bu ayetten Allah’ın önemli bir ismini öğrenmiş oluyoruz: Melik-ül Hakk (= Gerçek Yöneten). Bu ismin anlamı üzerinde çok durmamız gerekiyor. Kısaca ifade edecek olursak bu ayet bize, göklerde ve yerde meydana gelen olayların Allah’ın yönetim ve denetimi altında meydana geldiğini açık bir şekilde ifade etmektedir. Göklerde ve yerde hiçbir şeyin O’nun bilgisi dışında kalamayacağı da şu ayetlerle açık bir şekilde ifade edilmektedir:
“Allah O’dur ki, yedi göğü ve yerden de [sayıca] onların mislini yarattı. Emr bunlar arasından iner ki, Allah’ın her şeye gücü yeter olduğunu, ve Allah’ın her şeyi bir bilgi ile kuşatmış olduğunu bilesiniz (= ve ennallahe kad ehata bi külli şey’in ilma).” (Talak 65/12)
“Tanrınız, ancak kendisinden başka tanrı olmayan Allah’tır; O’nun bilgisi herşeyi çevrelemiştir (= vesia külli şey’in ilma).” (Ta-Ha 20/98)
Görüldüğü gibi, bu ayetler Allah’ın (c.c.) her şeyi bir bilgi ile kuşatmış ve çevrelemiş olduğunu bildirmektedir. Ayrıca O, Kur’anda birçok ayette bildirildiği üzere: “kullarının yaptıklarından haberdardır” (= vallahu habirun bi ma ya’meluun); “kullarının yaptıklarını görür” (= vallahu basiyrun bi ma ya’meluun); “O, muhakkak ki işiten ve görendir” (= innehu huves semi’ul basiyr); ve Mülk suresinin 67. ayetinde ifade edildiği üzere: “O, herşeyi görür” (= innehu bi kulli şey’in basiyr). Bu ayetlerden, göklerde ve yerde O’nun bilgisi dışında hiçbir olayın olamayacağını söyleyebiliriz.
2. Allah'ın, Göklerin ve Yerin Yönetiminin Sahibi Olması
Önceki bölümde, Allah’ın Gerçek Yöneten olduğunu ve göklerde ve yerde O’nun bilgisi dışında hiçbir şey olmadığını ifade eden ayetleri gördük. Ancak O’nun gücü bununla sınırlı kalmamaktadır, çünkü Allah (c.c.), aynı zamanda her şeyin yönetimini (= melekut) elinde tutmaktadır. Bunu ifade eden bir ayeti görelim:
“Yücedir O ki, her şeyin Yönetimi O’nun elindedir (= fe sübhan ellezi bi yedihi melekutu külli şey), ve siz O’na döndürüleceksiniz.” (Ya-Sin 36/83)
Buraya kadar gördüğümüz ayetlerden açıkça anlaşılmaktadır ki Allah, göklerin ve yerin Yönetim’ini elinde tutmaktadır ve O, Gerçek Yöneten’dir. Dünyada bazı insanlara ve toplumlara belli bir süre sınırlı bir güç vermesi ancak O’nun dilemesiyle olmaktadır, ve O, süresi geldiğinde bu gücü geri alır.
Allah’ın, göklerin ve yerin Gerçek Yöneticisi olduğunu ifade eden ayetleri gördükten sonra, şu sorulara cevap bulmamız gerekiyor: Allah, gökleri ve yeri nasıl yönetmektedir? İnsan zihni Allah’ın, gökleri ve yeri nasıl yönettiğini kavrayabilir mi? İlk bakışta cevaplandırılması imkansız gibi görünen bu her iki sorunun da cevabı Kur’an-ı Kerim’den kolayca istihrac edilebilir. Aşağıdaki ayet insanları, göklerin ve yerin yönetimi üzerinde gözlemlere ve nazari (= teorik) düşünmeye davet etmektedir.2
“Onlar göklerin ve yerin Yönetimi üzerinde ve Allah’ın yarattığı şeyler üzerinde düşünmediler mi (= eve lem yenzuru fi melekut-is semavati vel arda ve ma halek allahu min şey)? Bundan sonra artık hangi söze inanacaklar?” (A’raf 7/185)
Aşağıdaki ayet ise Allah’ın, bu yönetimi tam bir şekilde nasıl sağladığını ifade etmekte, ve bunun insanlar tarafından bilinebileceğine açıkça işaret etmektedir:
“Allah O’dur ki, yedi göğü ve yerden de [sayıca] onların mislini yarattı. Emr bunlar arasından iner ki, Allah’ın her şeye gücü yeter olduğunu, ve Allah’ın her şeyi bir bilgi ile kuşatmış olduğunu bilesiniz (= ve ennallahe kad ehata bi külli şey’in ilma).” (Talak 65/12)
Ayette geçen “emr” kelimesi göklerin ve yerin Yönetim’inin anlaşılmasında çok önemli ve anahtar bir kelime olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayetten anlaşılacağı üzere Allah, gökleri ve yeri emri ile yönetmektedir. Peki “emr” nedir ve yönetimde emrin fonksiyonu nedir? Bunu anlayabilmek için bu kelimenin ve türevlerinin geçtiği ayetleri dikkatle incelemek gerekmektedir. Biz aşağıdaki bölümde kısaca bu kelimenin ayetlerde neyi ifade ettiğini açıklamaya çalışacağız. 3
3. Kur’an’da Emr Kelimesi ve Göklerdeki Nizam
Kur'anda emr kelimesi göklerin ve yerin yaratılışı ve yönetimi ile ilgili ayetlerde şu iki genel çerçevede geçmektedir:4
1) Yedi göğe (= semaya) yaratılışla birlikte vahyedilmiş [veya yüklenmiş] olan emr. (Biz buna "birincil emr" diyoruz.)
2) Allah tarafından gönderilen ve göklerde ve yerdeki olayları etkileyen emr. (Buna “ikincil emr” diyoruz.) Allah (c.c.), doğrudan doğruya kendi iznine bağlı olan ve melekleri vasıtasıyla gönderdiği/indirdiği bu emr ile dilediği mekanda mevcut nizamı dilediği gibi değiştirebilmekte ve daha önce görülmemiş olan yepyeni olaylar meydana getirebilmektedir.5
Emr kelimesinin ayetlerde, “birincil emr” dediğimiz çerçede kullanımı, Kur’an’da “sahhara” ve “kadr” kelimeleri ile birlikte, göklerdeki nizamın (= düzenliliğin) nasıl gerçekleştiği ve korunduğu ile yakından ilgilidir. Bu husus, yedi göğün (= semanın) her birine yaratılışla birlikte emr'lerinin vahyedildiğini ve göklerin ve bunlar içindeki gök cisimlerinin durumlarının bu emrlerle korunduğunu ifade eden ayetlerle tesbit ediliyor:
"Böylece onları [göğü ve yeri] iki günde, yedi sema olarak kaza etti (= kada), ve her semaya emrini vahyetti (= ve evha fi külli semain emreha) ..." (Fussilet 41/12)
"Güneş, ay ve yıldızlar O’nun [Allah'ın] emri ile [denge] durumlarını korurlar (= musahharatun bi emrihi)." (A’raf 7/54, İbrahim 14/33, Nahl 16/12, Hac 22/65)
"O'nun ayetlerinden biri de, göğün ve yerin O'nun emri ile ayakta durmasıdır (= en tekum es semau vel ardu bi emrihi) ..." (Rum 30/25)
"Allah'ın yerdekileri sizin kullanımınıza verdiğini (= sahhara lekum) görmediniz mi? Gemiler O'nun emri ile akıp giderler. Göğü yer üzerine düşmeyecek şekilde tutan O'dur ki, O'nun izni olmadıkça düşmez. Allah insanlara karşı çok şefkatli, çok merhametlidir." (Hac 22/65)
Görüldüğü gibi, göklerdeki nizamın kurulması ve korunması Allah (c.c.) tarafından bunlara vahyedilmiş olan birincil emr ile gerçekleştirilmiş oluyor. Bu durumda, göklerde meydana gelen bütün olayların (Allah tarafından başka bir müdahale olmadığı takdirde) bu emre uygun bir biçimde gerçekleşiyor olması gerekir.6
Bu anlayış bizi çok ilgi çekici bir bilim kavramına götürmektedir ki, böyle bir kavramsal çerçevede bilimsel araştırmadan gaye, Yaratıcı tarafından göklere yüklenmiş olan bu emrin dağılımını ve yapısını anlamak ve ortaya çıkarmak olacaktır. Böyle bir bilim anlayışı, sadece bilinen uzay içindeki nizam ve ahenk hakkında çok şeyler açıklamakla kalmayıp aynı zamanda uzay içindeki cisimlerin yaratılış ve oluşumları konusuna da açıklık getirmektedir. Günümüze kadar geliştirilmiş olan hiçbir kozmoloji, evrende mikro-uzaydan makro-uzaya kadar gözlemlediğimiz son derece karmaşık ve o derece mükemmel nizamı çelişkisiz olarak açıklayabilecek temel kavramlara sahip değildir. Birbirinden farklı az sayıda temel fiziksel kuvvetten nasıl oluyor da dünyadaki bu harikulade zengin fiziksel, kimyasal, biyolojik, ve psikolojik etkileşimler ortaya çıkabiliyor? Bunun arkasındaki kozmik plan nedir? Bu sorular bugün temel fizik ve kozmoloji alanında çalışan birçok bilim adamının zihnini meşgul eden sorulardır.7
Kur’an’da birincil emr ile ilgili ayetlerden hareketle, göklerdeki nizamın mekan (=uzay?) içinde dağılmış olan emrlerin (=yönergelerin/ talimatların) etkileşimleri içinde ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Bu durumda emr, bütün “oluş”la ilgili çok temel bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Enformasyon fiziğinde "enformasyon" kavramı, fiziksel sistemlerin düzenliliğini (diğer bir deyişle negatif entropisini) açıklamada kullanılan temel bir kavramdır.8 Ancak emr kavramı ile enformasyon kavramı arasında önemli farklılıklar vardır. Öyle anlaşılıyor ki birincil emr, sadece herhangi bir mekanın düzenini değil, maddenin de bizzat kendisini meydana getiren bir yönerge veya yönergeler kümesidir. Buradan da emr kavramının, enformasyon kavramından farklı olarak aynı zamanda “oluş”la ilgili (= ontolojik ?) bir kavram olduğunu söyleyebiliriz.
Bu noktada birincil emrin göklerdeki nizamı kendi başına korumaya yeterli olup olmadığı önemli bir soru olarak karşımıza çıkıyor. Bu konuda bir hükme varmadan önce şu ayeti göz önünde bulundurmamız gerekmektedir:
"Allah, gökleri ve yeri zeval bulmasınlar diye tutmaktadır. Andolsun, zeval bulsalar Kendisinden sonra artık onları kimse tutamaz (= yumsikus semavati vel arda en tezula, ve le in zaleta ...); şüphesiz O, çok halimdir, çok bağışlayandır." (Fatir 35/41)
Bu ayet birkaç ihtimali akla getiriyor. Bunlardan birincisi, evrendeki maddi varlığın temel unsurlarının (mesela elementer parçaçıkların) bozunma veya indirgenmelerden korunmasıdır. Örnek olarak, nötronların aksine, gene maddi varlığı meydana getiren atomların yapı taşlarından olan protonların daha küçük parçaçıklara (mezonlara ve leptonlara) indirgenmeden süresiz veya çok uzun süre kalabilmesini gosterebiliriz. Proton ve nötronlarla ilgili baryon sakınımı etkili olmasaydı atomik yapıların, ve dolayısıyla da canlı hatta cansız varlıkların oluşması mümkün olmazdı. Ayetteki, "zeval" kelimesinin türevi olan "tezula" kelimesi böyle bir duruma işaret ediyor olabilir.
Diğer bir ihtimal de, birincil emr ile sağlanan kozmik nizamın kendi başına süresiz devam etmesinin mümkün olmadığı ve Allah'ın ikincil emri ile bu nizamı koruduğudur. Saydığımız her iki ihtimalin bir arada geçerli olması da söz konusu olabilir. Bu meseleyle ilgili olarak burada teorik ve spekülatif bir çerçevede söylediklerimizden başka ihtimallerin de düşünülmesi ve araştırılması gerekiyor.
***
Biz tekrar emr kelimesiyle göklerdeki nizam arasındaki alakaya dönelim. Göklerdeki nizam, bunlara vahyedilmiş olan birincil emr ile tesis edilmiş olduğuna göre, şöyle bir düşünce akla gelebilir: Göklere ve dolayısıyla bunlar içindeki sistemlere yüklenmiş olan birincil emrin tam olarak anlaşılması ile, insan, bu sistemler içindeki bütün olayları anlayabilir ve bunlar hakkında eksiksiz bilgi edinebilir, ve böylece de geleceği kesin olarak görebilir. (Kartezyen bilim anlayışının bir uzantısı olan çağımız bilim anlayışının son ideali de ancak bu olabilirdi.) Ne var ki, aşağıda tafsilatıyla açıklayacağımız gibi, mesele hiç de bu kadar basit değildir. Bunun başlıca nedeni şudur: Emr bu sistemlere bir defaya mahsus olarak yüklenip de bir daha değiştirilemeyen veya etkisi aşılamayan bir şey değildir. Şu ayet özellikle bu durumu açık bir şekilde belirtiyor:
"Allah O'dur ki, yedi göğü ve yerden de [sayıca] onların mislini yarattı. Emr bunlar arasından iner ki (= yetenezzelul emre beynehunne), Allah'ın her şeye gücü yeter olduğunu (= ala kulli şey'in kadiir) bilesiniz, ve Allah'ın gerçekten her şeyi bir ilm ile kuşatmış olduğunu bilesiniz." (Talak 65/12)
Gerçekten de, izn ve emr ile ilgili bütün ayetlerin kavramsal çerçevesi incelendiğinde görüleceği gibi, emr sadece birincil emrden ibaret bir olgu değildir. Bu ayetlerden anlıyoruz ki, birincil emrin etkileri Allah Teala tarafından periyodik olarak gönderilen ve indirilen yeni bir dizi emr (ikincil emr) ile etkisiz hale getirilebiliyor veya aşılabiliyor.
İkincil emr, Kur’an’da bu kelimeye uygulanan fiillere göre, Gerçek Yöneten tarafından belirlenen (mübrim), kararlaştırılan (mustekır), belli bir ölçü ile ölçülen (kaderen makdura), ayırt edilen (yufraku), yöneltilen veya yönlendirilen (yüdebbir), gönderilen (mürsil), indirilen (münzil), dağıtılan (mukassimat), kaza edilen (kada), ve aşılanan (yülki) bir olgudur. Melekler ikincil emr ile inerler ki, bu emr adeta göklerin (semavat) içinden geçer ve orada buna uyulduktan (eta) ve bu emr yerine getirildikten (mef'ul) ve tamamlandıktan (belaga) sonra Allah'a [O'nun katına] yükselir (ya'ruc) ve O'na döner (yürci). Bu emr bazan insanlar tarafından görülecek şekilde etkisini gösterir (zahere). İkincil emr çevriminin tamamlanmasının hem periyodik hem de sürekli bir şekilde olduğu anlaşılıyor.
İkincil emr çerçevesi içinde konumuzla ilgili olarak sayılabilecek öteki ayetler de şunlardır:
"... Allah katından bir emr..." (Maide 5/52, Duhan 44/5)
"Allah emri belirleyendir (= mubrim)." (Zuhruf 43/79)
"Her emr kararlatırılmıştır (= mustekir)." (Kamer 54/3)
"[Allah] emri gökten yere yönlendirir (= yüdebbirul emri mines semai ilel ard), sonra o, sizin ölçünüzle bin sene olan bir günde O'na yükselir (veya çıkar = ya'ruc)." (Secde 32/5)
"[Allah] emri gönderir/indirir (= mürsil/münzil)." (Duhan 44/5, Talak 65/5)
"Allah'ın emri ölçülmüş bir kaderdir (= kaderen makdura)." (Ahzab 33/38)
"[Bir gece ki] her hikmetli emr (= emrin hakim) onda ayrılır (tefrik edilir = yufraku)." (Duhan 44/4)
"Melekler ve ruh o gecede [Kadir gecesi] Rablerinin izniyle, her bir emrle inerler." (Kadr 97/4)
"[Allah] bir emri kaza ettiği zaman (= iza kada emren) ona: Ol! der." (Bakara 2/117, Al-i İmran 3/47, Meryem 19/35, Mü’min 40/68, Ya-Sin 36/82)
"Allah'ın Emri gelmiştir (= eta emrullah)…" (Nahl 16/1)
"Allah'ın emri uygulanır (= mef'ula)." (Nisa 4/47)
"Allah'ın emri görünür oldu ... (= zahere emrullahi)." (Tevbe 9/48)
"[Allah'ın] emri bir göz kırpması kadar çabuktur." Kamer 54/50
"Allah emri üzerinde (veya emrinde) galiptir (= galibun ala emrihi)." Yusuf 12/21
Kur’an’da ikincil emrin uygulanmasında Meleklerin görevlendirildiklerine işaret eden bazı ayetler vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
“Biz [melekler] ancak Rabbinin emri ile ineriz (= ve ma netenezzelu illa bi emri rabbike), ...” (Meryem 19/64)
"Göklerde ve yerde bulunan gerek canlılar ve gerekse meleklerin hepsi Alah'a secde ederler (= yescudu), ve onlar [Allah'a itaatten] büyüklenmezler. Üstlerinde Rablerinden korkarlar, ve onlara emredileni uygularlar (= ve yef’alune ma yü'merun)." (Nahl 16/49-5)
"[Meleklerin] söz sıraları O'ndan önce değildir, ve onlar Allah'ın emri ile iş yaparlar (ve hum bi emrihi ya'melun)." (Enbiya 21/27)
İkincil emr çerçevesindeki ayetler içinde çok dikkatimizi çeken iki ayet de şudur:
“Allah’ın izni olmadan hiçbir kimse (= nefs) ölmez, bu belli bir süreye göre yazılmıştır...” (Al-i İmran 3/145)
"[İnsanların] her birini önünden ve arkasından izleyen [melekler] vardır. Onu Allah'ın emrinden korurlar (= yahfezune min emrillah). Bir ulus (= kavm) kendi nefislerindekini değiştirmedikce Allah onun [o ulusun] durumunu değiştirmez. Allah bir ulusa (= kavm) kötülük murad etti mi artık onu geri çevirecek yoktur. Zaten onların O'ndan başka koruyucularu da yoktur." (Ra’d 13/11)
Görüldüğü gibi, birinci ayette, Allah’ın izni ve bununla gelen bir emri olmadıkça bir insanın ölmesinin mümkün olmadığı ifade ediliyor. Bu ayet, birincil emrin görünüşte oluşturduğu fiziksel şartların bir insanın ölümü için yeterli sonuç vermeyeceğini göstermektedir. İkinci ayetteki "Onu Allah'ın emrinden korurlar," sözü, öyle anlaşılıyor ki bu koruyucuların [meleklerin], insanı birincil emrin dayanılmaz veya öldürücü etkilerinden koruduklarını ifade ediyor.9
Bütün bu ayetlerden anlaşılıyor ki, göklere (= semavat) vahyedilmiş olan birincil emr, gökler ve yerdeki dinamik dengeyi tesis etmekle beraber, bunlarda meydana gelen bütün olayları tam olarak açıklayamaz. Buna rağmen, birincil emrin kozmik nizam ve ahengin korunmasında esaslı bir fonksiyonu olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Gene bu ayetlerden görüyoruz ki, birincil emri aşan emrin çıkartılması (veya kaza edilmesi = kada) tamamıyla Allah'ın dilemesine (= şa) ve iznine bağlı. Bu çok önemlidir, çünkü Allah'ın izni olmadıkça göklerin emrleri (yani birincil emr) değişmeden işlevini sürdürür ve göklerdeki bütün uzay-zaman bölgeleri (ve dolayısıyla cisimler) ihtiva ettikleri emrlerin oluşturduğu özellikleri taşımaya devam ederler. Bu söylediklerimizi şu ayetlerle belgelendirebiliriz:
"Allah'ın yerde ne varsa sizin kullanımınıza verdiğini görmediniz mi? Gemiler O'nun emri ile denizde akıp giderler. Göğü yer üzerine düşmeyecek şekilde tutan O'dur ki, O'nun izni olmadıkça düşmez. Allah insanlara karşı çok şefkatli, çok merhametlidir." Hac 22/65
"… Güneş, Ay ve yıldızlar onun emri ile durumlarını korurlar; işte bunda akleden bir ulus için işaretler (= ayat) vardır." Nahl 16/12
Bu ayetlerden açıkça anlaşıldığı gibi, göklerde ve yerdeki cisimlerin durum ve özellikleri birincil emr ile devam ettirilmektedir ve Allah (c.c), izni ile yeni bir emr göndermediği sürece bu durum ve özellikler devam edecektir. Göklerde ve yerdeki cisimlerin ve bunlardaki güçlerin en iyi şekilde kullanılabilmesi için insanların, bunların özelliklerini ve bunları belirleyen temel fiziksel kuvvetleri anlamaya çalışması gerekiyor. Temel fiziksel kuvvetlerin ise göklere vaz edilmiş olan mizanın bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır diyebiliriz.
İnsanlar “bilimsel araştırma” dediğimiz faaliyetlerle ancak birincil emr ve mizan ile ilgili bilgileri elde edebilirler. Gelecekte mükemmel bir fizik bilgisine ve hesaplama gücüne sahip olsalar bile, insanlar bununla ancak birincil emrin etkilerini ön-görebilirler.10 Biraz sonra göreceğimiz gibi, “tabiat olayları”nda Allah’ın emri ile müdahalesi söz konusu olduğunda o tabiat olayı hakkında tam doğru bir öngörüde bulunmak fiziksel metotlarla mümkün değildir, çünkü ikincil emrin ne zaman ve hangi uzay bölgesinde etkin hale geleceğini bu metotlarla bilmek mümkün değildir.
Bu konudaki ayetler bize açıkça gösteriyor ki, göklere yüklenmiş olan emrlerin tümünü bilebileceğimiz tam ve eksiksiz bir bilgiye sahip olsak bile gene de dünya hakkında tam ve mutlak bir bilgiye sahip olamayacağız. Çünkü, Allah'ın, izni ile göndereceği, ve birincil emrlerin etkisini aşacak emrlerin bilgisine bilimsel araştırma metotları ile sahip olamayız. Bu da bize, mükemmel bir bilim ve teknolojiye sahip olsak bile yalnızca Allah'a güvenmemiz gerektiğini hatırlatıyor.
***
Kur'anda bazı ayetlerde akletme ile kozmolojik olayların anlaşılması arasında sıkı bir kavramsal bağ kurulduğunu görüyoruz. Gökler ve yerdeki nizam Allah'ın eseri olduğuna göre, bu eserin anlaşılması insan için en büyük amaçlardan biri olmalıdır, çünkü Allah'ın büyüklüğü, ve emri ile nelere kaadir olduğu ancak bu şekilde anlaşılabilir.
Ayrıca bu ayetler, bir yandan çeşitli kozmolojik olayları meydana getiren emrin anlaşılması ve bu olayların insanların faydasına kullanılmasını da teşvik etmektedir. Bu ayetler öte yandan da insanların bunlardan ibret alarak Allah'ın vaadettiği ahiret hayatının dünya hayatından çok daha üstün olduğunu kavramaya yönlendirmektedir. Konu ile ilgili ayetlerden bazıları şunlardır:
"Andolsun göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün değişmesinde, insanların faydalandıkları şeyleri denizde taşıyıp giden gemilerde, Allah'ın gökten bir su indirip onunla, ölmüş olan yere hayat verip onda her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgarları, ve yer ile gök arasında hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde (=tasrif) akleden bir ulus için ayetler vardır." (Bakara 2/164)
"Gecenin ve gündüzün değişmesinde, Allah'ın gökten bir su indirip onunla ölümünden sonra yeri diriltmesinde, rüzgarları yönlendirmesinde akleden bir ulus için ayetler vardır." (045.005)
"Bu örnekleri böylece ortaya koyuyoruz, ama bilginlerden başkası onlarla [gerçeklik arasında] bağ kuramaz (= ve ma ya'kiluha illel alimun)." (Ankebut 29/43)
Ahiret hayatının dünya hayatından daha üstün olduğunun, ve bunun kavranılmasının akletmek ile ilgisi şu iki ayette belirtiliyor:
"... Ahiret yurdu sakınanlar için daha hayırlıdır. Hala akletmeyecek misiniz?" (A’raf 7/169)
"Size verilen herşey dünya hayatının geçimi ve süsüdür. Allah katında olanlar daha hayırlı ve kalıcıdır. Artık akletmeyecek misimiz?" (Kasas 28/60)
Öte yandan, akletmeyenlerin hayvanlar gibi, hatta onlardan daha da aşağı olduğunu belirten ayet ise şudur:
"Yoksa sen onların çoğunun işittiklerini veya aklettiklerini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta yolca daha da sapıktırlar (= bel hüm edall)." (Furkan 25/44)
Aşağıdaki ayette ise “göklerde ve yerde ne varsa” insanların kullanımına verilmiş olduğu ifade edilmektedir:
"Göklerde ve yerde ne varsa hepsini kendinden (= minhu) sizin kullanımınıza verdi (= sahhara). Elbette bunda düşünen bir ulus (= kavmin yetefekkerun) için işaretler (= ayat) vardır." (Casiye 45/13)
Bu ayetteki "kendinden" (= minhu) ifadesi, Allah'ın, göklerde ve yerdeki cisim ve olayların ve dolayısıyla bunlara etki eden bütün fiziksel kuvvetlerin kullanımını potansiyel olarak istisnasız, bunları anlamaya çalışan bütün insanlığa vermiş olduğunu gösteriyor.
Bu ayette ayrıca "sahhara" kelimesinin "düşünen bir ulus" kavramı ile alakalı olarak geçtiğini görüyoruz. Bu da demek oluyor ki, göklerde ve yerdeki cisimlerin ve fiziksel kuvvetlerin etkin bir şekilde kullanılabilmesi, tek tek kişilerin düşünmesinden daha çok, bir ulus (= kavm) olarak insanların akletmeleri ve düşünmeleriyle gerçekleşecektir. Bunun da toplumsal bir yönelim, hatta genel bir katılımla mümkün olacağını ayrıca belirtmeye gerek kalmıyor.
4. "Fiziksel Olay" Tanımı
Emr kelimesiyle ilgili ayetler üzerindeki incelememizden sonra “fiziksel olay” terimini bu çerçevede şöyle tanımlayabiliriz:
Fiziksel olay, göklere yaratılışla birlikte yüklenmiş olan birincil emr ve mizan çerçevesinde ve yalnızca bu çerçevede meydana gelen olaylardır. Bu tür olayların en belirli özelliği insanlar tarafından laboratuvar ve gözlem şartlarında tekrarlanabilir olmasıdır. Fiziksel olaylardaki sebeplilik (causality), birincil emr üzerine kurulmuş olan mizanın, yani simetrinin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır diyebiliriz. Sebeplilik ancak büyük etkileşimler uzayında (= makro ölçekli uzayda) görülebilmektedir. Mikro uzayda da simetri birçok türden etkileşimde geçerlidir, fakat burada sebeplilik, ölçmede kullanılan ışığın (= fotonların?) temel bazı özellikleri dolayısıyla yerini belirsizliğe bırakmaktadır.
Fiziksel olaylarda belirsizlik iki şekilde karşımıza çıkmaktadır: mikro uzayda belirsizlik, ve makro uzayda belirsizlik. Birincisinin etkileşimleri ölçmede kullanılan ışığın temel özelliklerinden kaynaklandığını söyledik. İkinci türden belirsizliğin ise makro uzayda çok karmaşık olayların başlangıç şartlarının tam olarak bilinememesinden kaynaklandığı düşünülen belirsizliktir. Buna istatistik belirsizlik denebilir. Fizikçiler makro uzaydaki birçok fiziksel olayın diferansiyel denklemlerle ifade edilebileceğini kabul ederler. Diferansiyel denklemlerle modellendirilen sistemlerin başlangıç şartlarının bilinmesi gereklidir. Başlangıç şartları ise birçok fiziksel olayda tam olarak bilinememekte, buna karşılık bir çoğunda ise istatistiksel sınırlar içinde bilinebilmektedir.
5. "Tabiat Olayı" Tanımı
Tabiat olayı (veya doğa olayı) terimi, dünyada veya dünyadan gözlemlenen uzayda meydana gelen makro ölçekli olaylar için kullanılmaktadır. Güneş ve ay tutulması, çeşitli meteorolojik olaylar, ve deprem bu çerçevedeki olaylardan sayılmaktadır. Bu günün bilim anlayışında bütün tabiat olaylarının tamamen fiziksel olayların bir bileşiminden meydana geldiği kabul edilmektedir. Fakat güneş ve ay tutulması gibi oldukça hassas bir şekilde hesaplanabilen olaylara karşılık, meteorolojik olayların ve depremlerin tam olarak hesaplanamaması ve öngörülememesi, bilim adamları tarafından bunların “kaotik olaylar” diye ayrı bir sınıfta değerlendirilmesine yol açmıştır.
Bu sınıflandırmaya dayanarak, tabiat olaylarında sebeplilik kavramının da iki ayrı çerçevede ele alınması gerekmektedir. Güneş ve ay tutulması gibi olaylar uzayda gök cisimlerinin kütlesel çekim etkisi altında yörüngelerinde aldıkları durumlarla açıklanabilmektedir. Fakat meteorolojik ve tektonik hareketler birçok etkeni bir arada göz önünde bulundurmayı gerektirdiğinden, bunların tam açıklamasını yapmak mümkün olamamaktadır. Meteorolojik olaylar için “kelebek etkisi” terimi bu durumu ifade etmek için geliştirilmiştir. Meteorolojik ve jeolojik olaylarda gezegenlerin ve ayın uzayda dünya ve güneşe göre dizilimi, güneşte “güneş lekeleri” diye adlandırılan patlamalar, dünyaya çarpan büyük meteorlar ve daha birçok uzay olayları etkili olabilmektedir. Bütün bunlar, bu tür olaylardaki belirsizlikleri arttırmaktadır.
6. Allah'ın Fiziksel Olaylara Müdahalesi
Allah’ın (c.c.), dilediğinde, herhangi bir uzay-zaman alanı içindeki fiziksel olaylara ikincil emri ile müdahale edebileceğini yukarıda ayetlere dayanarak ifade etmiştik. Allah’ın emri bir uzay-zaman alanına geldiğinde şu üç tür etkiyi meydana getirebilir: 1) Birincil emrin engellenmesi, 2) Birincil emrin güçlendirilmesi, 3) İkincil emr ile tamamen farklı ve yepyeni etkilerin meydana getirilmesi.
İlk durumda, Allah’ın emri (= ikincil emr), daha önceden mevcut nizamı oluşturduğu birincil emri ile, onun etkilerini ortadan kaldıracak veya zayıflatacak şekilde etkileşir.
İkinci durumda ise birincil emrin etkisini arttıracak şekilde onunla etkileşir; böylece onun etkisini güçlendirir, veya odaklandırır.
Üçüncü durumda ise, Allah’ın emri ya yeni uzay-zaman alanları oluşturarak, veya mevcut uzay-zaman alanı üzerindeki emrlerle etkileşerek daha önce görülmemiş yeni etkiler meydana getirir.
7. Allah'ın “tabiat olayları”na müdahalesi
Allah’ın (c.c.), tabiat olayı dediğimiz meteorolojik ve jeolojik olaylara müdahale ettiği ve onları yönlendirdiği, Kur’an’daki bazı ayetlerde açık bir şekilde bildirilmektedir. Bunlardan bazılarını birazdan göreceğiz. Önce Allah (c.c.) tabiat olaylarına müdahale ettiği zaman neler olabileceğini düşünelim. Böyle bir durumda dört farklı sonuç ortaya çıkabilir: 1) Tabiat olayının başlamasının öne alınması veya geciktirilmesi ve başlangıçta birincil emre bağlı olarak gelişen tabiat olayının insanlar üzerinde muhtemel yıkıcı etkisinin dağıtılması, 2) Tabiat olayının etkisinin toplanması ve odaklanması, 3) Tabiat olayının etkisinin arttırılması, 4) Etkisi fiziksel olarak hissedilen [algılanan], fakat daha önce görülmemiş türden tabiat olaylarının meydana getirilmesi. Şimdi Kur’an’da bu dört ayrı duruma işaret eden bazı ayetleri görelim:
“Görmedin mi, Allah, bulutları sürer, sonra onları birbirine geçirir, sonra onları birbiri üstüne yığar [sıkıştırır], arkasından yağmurun çıktığını görürsün, gökte dağ [gibi bulutlardan] bir dolu indirir ve onunla dilediğini vurur (= fe yusiybu bihi men yeşa), ve dilediğinden de onu öteye çevirir (= ve yusrifuhu an men yeşa): şimşeğinin parıltısı ise neredeyse gözleri alır.” (Nur 24/43)
Bu ayetteki “onunla dilediğini vurur, ve dilediğinden de onu öteye çevirir” ifadeleri yukarıda sıraladığımız birinci ve ikinci tür sonuçları ifade etmektedir. Öteki iki duruma örnek sayılabilecek ayetler de şunlardır:
“Aad [ulusu] yeryüzünde haksız olarak büyüklük tasladılar (= festekberu fil ardi bi gayril hakk) ve: ‘Bizden güçlü kim var?’ dediler. Onları yaratan Allah’ın kendilerinden güçlü olduğunu görmediler mi? Bizim ayetlerimizi de inkar ediyorlardı.” (Fussilet 41/15)
“Biz de onlara [Aad ulusuna] dünya hayatında rüsvay edici azabı tattırmak için o uğursuz günlerde, üzerlerine uğultulu bir kasırga gönderdik. Ahiret azabı ise daha da rezil edicidir; onlara hiç yardım da edilmeyecektir.” (Fussilet 41/16)
“Aad [ulusu] uğultulu, azgın bir kasırga ile helak edildiler.” (Haakka 69/6)
“[Semuud ulusu] Rablerinin emrine baş kaldırdılar; bu yüzden onları, bakıp dururlarken o korkunç ses [gök gürültüsü] (= saika) yakaladı.” (Zariyat 51/44)
Son ayetteki “korkunç ses” daha önceden görülmemiş bir “tabiat olayı”na örnek olarak gösterilebilir. Lut ulusu da, yerin bütün bir şehri içine alacak şekilde çöktürülmesi ve ayrıca üzerlerine lav taşları yağdırılmak suretiyle yok edilmişlerdir:
“[Melekler] dediler: Ey Lut, biz senin Rabbinin elçileriyiz; onlar sana asla dokunamazlar. Gecenin bir kısmında aileni yürüt; içinizden karından başka hiçbiriniz geri dönüp bakmasın, çünkü ötekilerine erişen [azap] ona da erişecektir. Başlarına gelecek azap sabah vaktidir. Sabah da yakın değil mi?” (Hud 11/81)
“Emrimiz gelince oranın altını üstüne getirdik; üzerlerine de taş yağdırdık: Çamurdan pişmiş, hazırlanmış, istif edilmiş.” (Hud 11/82)
Bu ayetler fazla yorum yapmaya gerek olmayacak şekilde, açıkça bu ulusların “tabiat olayları” dediğimiz olaylarla nasıl yok edildiklerini anlatmaktadır.
İşte şimdi burada, konumuz açısından son derece önemli iki soru karşımıza çıkmaktadır: Allah (c.c.) “tabiat olayları” dediğimiz olaylarla insanları bazan çok şiddetli bir şekilde cezalandırıyorsa, bu cezalandırmanın sebepleri nelerdir? Bu cezalandırmanın nasıl gerçekleşeceği önceden tahmin edilebilir mi? Bu soruların cevabı gene Kur’an’da “sünnetullah” kelimesinin geçtiği ayetlerde bulunmaktadır. Kur’an’da “sunnetullah” kelimesi Allah’ın, insanlar ve insan topluluklarının davranış sınırları için vaz etmiş olduğu değişmez yasalarıdır, öyle ki, bu yasaların Peygamberler için bile değiştirilmesi söz konusu değildir:
“ … Allah’ın yasasında bir değişiklik bulamazsın (= fe len tecide li sünnetillahi tebdila); Allah’ın yasasında bir sapma da bulamazsın (= ve len tecide li sünnetillahi ta’dila).” (Faatır 35/43)
Kur’an’da bu yasalar bazı ayetlerde, “öncekilere uygulanmış olan yasalar” (= sünnetül evveliyn) diye de isimlendirilmektedir. Bunların hükümleri, yani hangi durumlarda insanların bu dünyada nasıl cezalandırıldıkları Kur’an’da “hakk” ve “sünne” kelimelerinin geçtiği ayetlerden çıkartılabilir. Bu yasaların uygulanma şartlarından bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
- Yeryüzünde [haksız yere] büyüklük taslamak.
- Yeryüzünde kötülük tuzakları kurmak.
- İnsanlar arasında insafı emredenleri öldürmek.
- Şeytan’a bağlı olanları (= şeyatin) Allah’a karşı dostlar edinmek.
Şimdi bunlarla ilgili ayetleri görelim. Bunlardan ilki, yeryüzünde haksız olarak büyüklük taslamak ile ilgilidir:
“Aad [ulusu] yeryüzünde haksız olarak büyüklük tasladılar (= festekberu fil 'ardi bi gayril hakk) ve ‘bizden daha kuvvetli kim var?’ dediler (= men eşedde minna kuvveten); onları yaratan Allah’ın kendilerinden daha kuvvetli olduğunu görmediler mi (= eve lem yerav ennallahullezi halekahum huve eşeddu minhum kuvveten)? Bizim ayetlerimizi de inkar ediyorlardı.” (Fussilet 41/15)
Aad ulusu yaptıkları kötülüklerin karşılığını bu dünyada şiddetli bir kasırga ile ödediler:
“Biz de onlara [Aad ulusuna] dünya hayatında rüsvay edici azabı tattırmak için o uğursuz günlerde, üzerlerine uğultulu bir kasırga gönderdik. Ahiret azabı ise daha da rezil edicidir; onlara hiç yardım da edilmeyecektir.” (Fussilet 41/16)
Yeryüzünde kötülük tuzakları kurmak da, dünyada cezalandırılmayı hak ettiren büyük günahlardandır:
“Yeryüzünde büyüklük taslamak ve kötülük tuzakları (= istekberan fil ardi ve mekres seyyie); kötülük tuzakları ancak sahiplerine dolanır; onlar öncekilerin yasasından başkasını mı bekliyorlar? Allah’ın yasasında bir değişiklik bulamazsın; Allah’ın yasasında bir sapma da bulamazsın.” (Faatır 35/43)
Kötülük tuzakları kuranlarla ilgili olarak aşağıdaki ayetleri de göz önünde bulundurmak gerekiyor:
“Kötülük tuzakları kuranlar (= e fe minellezine mekerus seyyiat) Allah’ın kendilerini yerin dibine geçirmeyeceğinden (=en yahsifallahu bihim il ard), veya kendilerine düşünemeyecekleri bir yönden (= min haysu la yeş'urun) azabın gelmeyeceğinden emin mi oldular?” (Nahl 16/45)
“Yahut dolaşıp dururlarken [Allah'ın azabının] kendilerini yakalamayacağından emin mi oldular? Üstelik onlar onu engelleyici de değillerdir.” (Nahl 16/45)
“Yahut da kendilerini azar azar yakalayıp helak etmesinden emin mi oldular? Süphesiz Rabbiniz çok şefkatlidir, çok merhametlidir (= fe inne rabbekum le raufun rahiym).” (Nahl 16/45)
Son ayetteki "Rabbiniz çok şefkatlidir, çok merhametlidir" ifadesi Allah'ın, zulme uğrayanları fesatçıların zulmünden bu şekilde kurtaracağına işaret olarak kabul edilebilir.
Bu ayetlerden bu tür sinsi fesatçıların dört ayrı şekilde cezalandırılabileceği anlaşılmaktadır:
1) Allah'ın kendilerini büyük bir felaketle yerin dibine geçirmesi.
2) Kendilerine hiç düşünmedikleri bir yönden azap gelmesi.
3) Yeryüzünde dolaşıp dururken canlarının alınması.
4) Azar azar güçlerinin ellerinden alınıp ortadan kaldırılmaları.
Haksız yere Allah’ın Elçilerini öldürenler veya onları zorla yurtlarından çıkartanlar da bu yasalar çerçevesinde helak edilmişlerdir (bakınız İsra 17/76-77). İnsanlar arasında haksız yere insafı emredenleri öldürenler de bu yasalar çerçevesinde cezalandırılır:
“Allah’ın ayetlerini inkar edenler, haksız yere peygamberleri öldürenler ve insanlar arasında insafı emredenleri öldürenler yok mu, onları acı bir azab ile müjdele!” (Al-i İmran 3/21)
Şeytan’a bağlı olanları (= şeyatin) Allah’a karşı dostlar edinenleri bekleyen sonuç da aşağıdaki ayetlerde ifade edilmektedir:
“O [Allah] bir topluluğa hidayet verdi, bir topluluğa da sapıklık hakk oldu; çünkü onlar Şeytan’ın takipçilerini (= şeyatin) Allah’a karşı dost edindiler ve kendilerinin doğru yolda olduklarını hesap ettiler (= yahsebune entüm mühtedun).” (A’raf 7/30)
“Biz, onlara birtakım arkadaşlar [şeyatin] sardırdık (= kayyedna lehüm kurenae); bunlar önlerinde ve arkalarında ne varsa onlara süslü gösterdiler; kendilerinden önce gelip geçmiş olan cin ve insan ümmetlerine vaki söz onlara da hakk oldu; onlar hep hüsranda idi.” (Fussilet 41/25)
Bu son ayetteki “kendilerinden önce gelip geçmiş cin ve insan ümmetlerine vaki söz onlara da hakk oldu” ifadesinin, daha önce uygulanmış olan bu yasalara işaret ettiği kabul edilebilir.
Buraya kadar anlattıklarımız Allah’ın, insanlar ve insan toplulukları tarafından sınırları aşıldığı takdirde dünyada mutlaka cezalandırılacakları ile ilgili yasalarıdır. Yukarıda sorduğumuz son soruya dönecek olursak: Bu cezalandırmanın nasıl gerçekleşeceği önceden tahmin edilebilir mi?
Sünnetullah’ın hangi “tabiat olayı” ile ve nasıl yerine getirileceğini bilmek mümkün değildir. Ancak böyle bir felaketi hazırlayan sınır şartlar Kur’an ayetlerinde bildirildiğine göre, bu şartların gerçekleşip gerçekleşmediği, içinde yaşanılan toplumun davranışları yakından gözlemlenerek anlaşılabilir.
Allah’ın geçmiş bazı ulusları nasıl cezalandırdığına dair Kur’an’da birçok ayet bulunmaktadır ki bunlardan bazıları günümüzün şartlarıyla da ilgili görünmektedir:
"Nice kent var ki Rablerinin ve O'nun elçilerinin emrinden çıktılar (= 'atet an emri rabbiha), biz de onları çetin bir hesaba çektik, onları (= hasebnaha hisaben şedida) görülmemiş şekilde cezalandırdık." (Talak 65/8)
"Biz bir ülkeyi (= karye) helak etmeyi murad ettiğimizde onun varlıklılarına emrederiz (= emerna mutrefiha). [Buna rağmen] orada sapkınlık yaparlar (= fe feseku), böylece ona söz hakk olur, Biz de orayı darmadağın ederiz." (İsra 17/16)
"Biz onlara zulmetmiyorduk, fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı. Rabbinin emri geldiği zaman (= lemma cae emru rabbike), Allah'tan başka çağırdıkları tanrıları, kendilerinden hiçbir şeyi savamadıkları gibi onların ziyanlarını arttırmaktan başka da bir işe yaramadı." (Hud 11/101)
Bu ayetlerden başka son olarak, gelecekte neler olacağına dair şu ayet son derece dikkat çekicidir:
“Hiçbir kent yoktur ki Kıyamet Günü’nde önce Biz onu helak etmeyelim, veya şiddetli bir azap ile azaplandırmayalım; bu Kitap’ta yazılıdır (= ve in min karyetin illa nahnu mühliküüha kable yevm-il kıyameti ev muazzibuuha azaben şediyda, kane zalike fil kitabi mestuura)” İsra 17/58
Bu ayetlerin bildirdiği gerçekler ortaya çıkmadan önce bunları karşılamaya nasıl hazırlanmak gerekiyorsa öyle hazırlanmak düşünen, akleden ve ibret alan insanların bundan sonraki görevi olacaktır.
Sonuç
Kur’an’daki birçok ayet, Allah’ın, göklerin ve yerin Yaratıcısı ve Gerçek Yöneticisi olduğunu bildirmektedir. O, herşeyi yani bütün yarattıklarını bir bilgi ile kuşatmış ve çevrelemiştir. Göklerde ve yerde hiçbir şey O’ndan gizli kalmaz. Allah (c.c.), göklere yaratılışla birlikte yüklediği emr ve vaz ettiği mizan çerçevesinde oluşan “tabiat olayı” dediğimiz olayları, gene emri ile dilediği gibi yönlendirebilir. Dilediği kullarını onunla cezalandırır, ve dilediklerinden de onun yıkıcı etkisini uzaklaştırır. Allah (c.c.), Kur’an’da “sünnetullah” adı ile anılan yasaları ile, insan topluluklarını ve ülkeleri hangi şartlarda toplu cezalara çarptırdığını bildirmektedir. Bu yasalar, göklere yaratılışla birlikte vaz edilmiş olan “mizan” ile de yakından ilgilidir. Bu yasaların sınır şartları iyi bilindiği takdirde bunların hangi şartlarda uygulanacakları da tahmin edilebilir, ancak (Allah’ın bildirdiği müstesna) tam olarak ne zaman ve nasıl uygulanacakları bilinemez. İnsanlar toplumlar olarak, göklerde ve yerde meydana gelen olayları en mükemmel şekilde araştırmalı ve gerçeği bütünüyle anlamaya çalışmalıdır. Bu araştırmayı tam yapabildikleri ve insafı terketmedikleri zaman Allah’ın kudretini daha iyi takdir edecekler, Kur’an’da tekrar tekrar yazıldığı üzere ahiret hayatının dünya hayatından çok daha üstün olduğunu idrak edecekler ve buna göre hayatlarına daha iyi bir yön verebileceklerdir. Her şeyin en doğrusunu Allah bilir. Vesselam.
Notlar
1 Kur’anda “gökler ve yer” olarak ifade edilen aleme biz belki yanlış olarak “evren” veya “kainat” diyoruz, ki bu kelimelerin yerinde olup olmadığı araştırılmalıdır. İngilizce literatürdeki “universe” kelimesinin yerinde olmadığı David Deutsch gibi “çoklu evren” (= multiverse) düşüncesindeki bazı fizikçiler tarafından tartışılmaktadır. Kur’an’da “gökler ve yer” ifadesinin kullanılması, “yer”in, yani dünya gezegeninin, insanı ve milyonlarca değişik türden canlıyı üzerinde taşıması ve uzayda çok özel bir yeri olmasındandır diye düşünülebilir. Dünya gezegeninin bu özel durumu son yıllarda birçok teorik fizikçi ve kozmoloji bilgininin merak konusu olmaktadır. (Bakınız: Ref. 7–b).
2 Bu ayetteki “yenzuru fi” ifadesi hem gözlemi hem teorik düşünceyi ifade etmektedir ki Klasik Devir müslüman düşünürleri tarafından kullanılan “nazariye” (= teori) terimi bu kelime kökünden türetilmiştir.
3 Kur’an’da “emr” kelimesi üzerine yaptığımız ayrıntılı bir çalışma için bakınız:
- Kocabaş, Ş. “İslam’da Bilginin Temelleri”. İz Yayıncılık, Istanbul, 1997.
4 Kur’an’da emr kelimesi bunlardan başka çerçevelerde de geçmektedir. Tafsilatlı bilgi için Ref. 3’e bakınız.
5 Şunu belirtmemiz gerekir ki, “emr” kelimesi Kur’an’da “birincil emr” ve “ikincil emr” diye sınıflandırılmamıştır. Biz bu terimleri sadece bu kelimenin Kitap’taki iki farklı kullanımını belirtmek için böyle isimlendirdik. Fakat böyle bir ayırımın yerinde olduğu, Kur’an’da emr kelimesinin aldığı zamirlerden kolayca anlaşılabilir. Bizim “birincil emr” olarak isimlendirdiğimiz kullanım ayetlerde üçüncü tekil şahıs zamiri ile “O’nun emri” şeklinde, “ikincil emr” dediğimiz kullanım ise “Allah’ın emri”, “emrimiz”, veya sadece “emr” kelimesiyle ifade edilmektedir.
6 Bu emrin, göklerin adeta bir “işletim sistemi”, veya fizik-öncesi bir evrene yüklenen bir çeşit "yazılım" olup olmadığı, üzerinde ciddi olarak düşünülmeye değer bir konudur.
7 Bakınız:
a - Davies, P. (1992). “The Mind of God. Touchstone Books, New York.
b - Barrow, J.D. & Tipler, F. (1996). “The Anthropic Cosmological Principle.” Oxford University Press, Oxford.
8 “Enformasyon fiziği” için bakınız: Stonier, T. (1990). Information and the internal structure of the universe. London: Springer-Verlag..
9 Bu konu ile ilgili daha tafsilatlı açıklamalar için Ref. 3’e bakınız.
10 Buna rağmen biz, bu yönde sürekli çalışmanın gerektiğine inanıyoruz, çünkü ancak bilgi sahipleri bu tür bilginin sınırlarını bilebilirler, ve Allah’ın kudretini daha gerçekçi olarak takdir edebilirler. Ayrıca şu ayeti de unutmamak gerekiyor: “…De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? …” (Zümer 39/9)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder