KUR’AN’DA
ZAMANLA İLGİLİ KAVRAMLAR
El-an
(şu anda, şimdi)
=================
[“An”
kelimesi, Kitap’ta “şu anda”, “şimdi” manalarında
kullanılıyor.]
2/71 …
işte şimdi gerçeği getirdin …
2/187 …
Artık şimdi onlara yaklaşın.
4/18 …
ölüm gelip çatınca; “ben şimdi tevbe ettim,” diyenlere …
8/66 Şimdi
Allah sizden [endişelerinizi/günahlarınızı] hafifletti…
10/51 …
şimdi mi inandınız?…
10/91 …
şimdi mi? Oysa sen [Fir’avn] daha önce isyan etmiş ve fesatçı
olmuştun.
12/51 …
el ane hashasel hakk
(= işte şimdi hak yerini buldu)
72/9 …
artık şimdi [cinlerden] kim dinlemek istese kendisini gözeten bir
ışın bulur.
Hıyn
(zaman)
============
[“Hıyn”
kelimesi Kitap’ta iki manada kullanılıyor: 1) “an” manasında,
2) “zaman” manasında, 3) süresi belli olmayan bir “zaman
aralığı” manasında kullanılıyor.]
2/36 …
Birbirinize düşman olarak inin; sizin yeryüzünde bir zamana kadar
(= ila
hıynin)
kalıp yaşamanız gerekiyor.
2/177 …[savaş
için] bir araya geldikleri zaman (=
hıynel
be’s) sabredenler…
5/101 …
eğer Kur’an indirildiği zaman (= hıyne
yünezzilül kur’an)
onları sorarsanız size açıklanır …
5/106 Ey
iman edenler, birinize ölüm yaklaşınca vasiyet zamanı (= hıynel
vasiyyeti)
sizden iki adil kişi şahitlik etsin…
7/24 Allah
buyurdu: Birbirinize düşman olarak inin; yeryüzünde bir zamana
kadar (= ila
hıyn)
kalıp geçinmeniz gerekiyor …
10/98 …
onları bir zamana kadar (= ila
hıyn)
yaşatmıştık.
11/5 …
örtülerine büründükleri zaman bile (= hıyne
yestağşune siyabehüm)
bile Allah, onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını bilir.
12/35 …
bu delilleri gördükleri halde yine onu [Yusuf’u] bir zamana kadar
zindana atmak kendilerine uygun geldi.
14/25 Rabbinin
izniyle her zaman (= külle
hıynin) meyvesini verir…
16/6 hıyne
türiyhune ve hıyne tesrehun
… (mer’adan getirdiğiniz zaman ve gönderdiğiniz zaman…)
16/80 …
bir zamana kadar (= ila
hıyn)
kullanacağınız giyecek …
21/39 Kafirler
… ateşi savamayacakları zamanı (= hıyne
la yekuffune) … bir bilselerdi.
21/111 …
[azabın ertelenmesi] belki sizi denemek ve bir zamana kadar (= ila
hıyn)
yaşatmak içindir.
23/25 …
“bir zamana kadar (= ila
hıyn) onu [Nuh’u] gözetleyin.”
23/54 …
bir zamana kadar (= ila
hıyn)
onları gafletleri içinde bırak.
24/58 …
öğle zamanı elbiselerinizi çıkarıp yatacağınız zaman (= ve
hıyne tedaune siyabeküm) …
25/42 …
azabı gördükleri zaman (= hıyne
yeravnel azab)
kimin yolunun sapık olduğunu bileceklerdir.
26/218 O,
seni görür, namaza durduğun zaman (= hıyne
tekuum).
28/15 Halkı
kendisinden habersiz olduğu bir zamanda (= hıyne
gafletün) [Musa]
şehre girdi…
30/17 O
halde akşama girdiğiniz zaman (= hıyne
tumsuun).
30/17 Ve
sabaha erdiğiniz zaman (= ve
hıyne tüsbihun)
Allah’ı tesbih edin.
30/18 Göklerde
ve yerde günün sonunda da ,
öğleye erdiğiniz zaman da hamd O’na mahsustur.
36/44 Bizden
bir rahmet ve bir zamana kadar geçinmeniz için (= illa
rahmeten minna ve metaen ila hıyn).
37/148 İman
ettiler ve Biz de onları bir zamana kadar (= ila
hıyn) geçindirdik.
37/174 Bir
zamana kadar (= ila hıyn)
onlardan yüz çevir.
37/178 Bir
zamana kadar (= ila hıyn)
onları kendi hallerine bırak.
38/3 …
fakat artık kurtuluş zamanı (= hıyne
menas) geçmişti.
38/88 Bir
zaman sonra (= ba’de
hıynin) onun
haberinin [gerçek olduğunu] çok iyi bileceksiniz.
39/42 Allah,
ölüm zamanı nefsleri vefat ettirir (= Allahu
yeteveffel enfüsü hıyne mevtiha) …
39/58 Yahut
azabı gördüğü zaman (= hıyne
teral azab) …
51/43 Semud’a
da; bir zamana kadar sefa sürün denmişti (= ve
fi semude iz kıyle lehum temetteu hatta hıyn).
52/48 …
[namaza] durduğun zaman Rabbini övgü ile an (= ve sebbih bi hamdi
rabbike hıyne tekuum).
76/1 İnsan
üzerinden, o anılmaya değer bir şey değilken devirden
bir zaman geçmedi mi? (= hel eta ‘alel insani hıynün
min-ed dehri
lem yekün şey’en mezküra).
Hıyne
izin
56/84 Ki
siz de o zaman (= hıyne
izin) [ölmekte olan kimseye] bakar durursunuz.
Vakt
==========
[“Vakt”
kelimesi Kitap’ta, “günün bir vakti” manasında kullanılıyor.
“Vakt” kelimesi, “saat” kelimesinin aksine, bir zaman
aralığını değil, belli bir zamanı (mesela kuşluk vakti) ifade
etmede kullanılıyor.]
15/38 Bilinen
vaktin gününe kadar (= ila yevmil vaktil
ma’lum) ertelendin.
38/81 Bilinen
vaktin gününe kadar (= ila yevmil vaktil
ma’lum) ertelendin.
[Yukarıdaki
iki ayette, “yevmil vakt” (= vaktin günü) ifadesi,
“yevmüs-saah” (= saatin günü) ifadesine benzer bir gramer
içinde kullanılmaktadır.]
Li
vaktiha
7/187 …
onu [Saat’i] tam vaktinde tecelli ettirecek olan ancak O’dur (=
la yücelliha li vaktiha illa huu) …
Mikatu
(belirlenmiş
bir vakit)
7/142 …
böylece Rabbinin [Musa için] tayin ettiği vakit tamamlanınca (=
fe temme mikatu rabbihi) …
26/38 Böylece
sihirbazlar belli bir günün vaktinde bir araya getirildi (= fe
cumias seharatü li mikati yevmin ma’lum).
56/50 Belli
bir günün [Kıyamet]
buluşma vakti için mutlaka toplanacaklardır (= li
mecmu’une ila mikati yevmin ma’lum)
Mikaten
78/17 Muhakkak
ki hüküm günü belli bir vakittir (= inne yevmel fasli kane
mikaten).
Li
mikatina
7/143
Musa tayin ettiğimiz vakitte Bizimle buluşmağa gelince (= ve
lemma cae musa li mikatina)…
7/155 Ve
Musa, Bizimle buluşma vakti için kavminden yetmiş adam seçti (=
ve ehtare musa kavmehu seb’iyne raculen li mikatina)…
Mikatuhüm
44/40 Hüküm
günü, hepsinin buluşma vaktidir (= inne yevmel fasli
mikatuhüm ecme’iyn)
Mevakitu
2/189 …
de ki; onlar insanlar ve hacc için vakitlerdir (= kul hiye
mevakitu linnasi vel hacc).
Mevkuuta
4/103 …
çünkü namaz, mü’minlere vakitli olarak yazılmıştır [farz
kılınmıştır] (= kanet ‘alel mü’miniyne kitaben
mevkuuta)
Saat
(saat)
============
[“Saat”
kelimesi Kitap’ta iki farklı manada kullanılmaktadır: 1) Kıyamet
Saati manasında hususi bir olayı ifade eden çerçevede, 2) Günün
kısa bir kısmını ifade eden bildiğimiz “saat” manasında.]
6/31 …
o Saat kendilerine ansızın gelip çatınca …
6/40 …
siz, Allah’ın azabı gelse, yahut o Saat gelse Allah’tan
başkasına mı yalvarırsınız? …
7/187
... O [saatin emri], göklere de yere de ağır gelmiştir...o size
ansizin gelecektir...
9/117 Allah,
Nebi’yi
ve o zorluk saatinde ona tabi olan muhacirleri ve ensarı affetti…
10/45 …
sanki onlar sadece gündüzün, görüşüp tanıştıkları bir
saati
kadar dünyada kalmış gibidirler …
[Bu
konuyla ilgili öteki ayetler şunlardır: 46/35, 79/46, 18/19,
23/113]
10/49 …
her
ümmetin bir eceli vardır; ecelleri gelince ne bir
saat
geri kalırlar, ne de ileri giderler.
12/107
... onlar hiç farkında değilken ansızın o saatin kendilerine
gelmeyeceğinden emin midirler?
15/85 …
o Saat de mutlaka gelecektir.
16/61 …fakat
onları [insanları] belli bir süreye kadar (= ila
ecelin müsemma)
erteler; ecelleri gelince ise ne bir saat geciktirilir, ne de bir
saat öne alınır.
16/77
Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir; Saat’in emri bir göz
açıp kapama gibi, yahut daha yakındır; şüphesiz Allah herşeye
gücü yetendir.
18/21 …
Allah’ın vaadinin hakk olduğunu ve Saat’te bir olasılık
olmadığını bilsinler (= ve
ennes saate la raybe fiha)
18/36 …
“Saat’in kaim olacağını da zannetmiyorum” (= ve
ma ezunnus saate kaimeten)
…
19/75 …
nihayet vaadedildikleri
[azabı] yahut Saat’i gördüklerinde (= hatta
iza raev)
…
20/15
O saat mutlaka gelecektir; Herkesin peşinde koştuğu işlerle
cezalanması için, neredeyse onu gizleyeceğim.
21/49
Sakınanlar görmedikleri halde Rablerinden korkarlar (= yahşevne),
Saat’ten de çekinirler (= ve
mine-s saati müşfikun).
22/1
Ey insanlar! Rabbinizden korkun; çünkü saatin depremi cidden
korkunç bir şeydir (= inne
zelzeletus saate şey'ün aziym).
22/2
Onu gördüğünüz gün her emziren emzirdiğinden geçer, her
hamile yükünü bırakır; insanları sarhoş görürsün, halbuki
onlar sarhoş değillerdir, ama Allah'ın azabı şiddetlidir.
22/7 Ve
o Saat mutlaka gelecektir (= ve
innes saatu atiyetün);
onda olasılık yoktur (= la
raybe fiha)
…
22/55
İnkar edenler ise o saat ansızın kendilerine gelinceye, yahut o
hayırsız günün azabı kendilerine gelinceye kadar ondan
[Kur'andan] yana kuşku içindedirler.
25/11 …
Biz Saat’i yalanlayanlara alevli bir ateş hazırlamışızdır.
30/12
O saat kaim olduğu gün (= yevme
tekumus saatu)
suçlular susarlar.
30/14
O saat kaim olduğu gün onlar [inananlar ve inanmayanlar]
ayrılırlar.
30/55
O saat kaim olduğu gün (= yevme
tekumus saatu)
suçlular bir saatten fazla kalmadıklarına (= ma
lebisu gayre saatin)
yemin ederler...
31/34 Muhakkak
ki Saat’in ilmi
Allah katındadır…
33/63 …
de ki; onun ilmi Allah katındadır; ne bilirsin, belki o Saat
yakındır.
34/3 İnkar
edenler; “o Saat bize gelmez,” dediler; de ki; hayır, gaybı
bilen Rabbim hakkı için, o mutlaka size gelecektir; göklerde ve
yerde zerre miskali [bir şey] O’ndan saklı kalmaz, ne bundan
küçük ne de büyük; [hepsi] apaçık bir kitaptadır.
[Bu
ayetten anlaşıldığına göre, inkar edenler – ve belki de bütün
insanlar – daha önce ölmüş olsalar bile Kıyamet Saatinin
dehşetini mutlaka göreceklerdir. Bunun nasıl olacağını
bilemiyoruz, ama başka ayetler de bu manayı destekliyor (mesela
21/49, 40/46, 79/46 ayetleri).]
34/30 De
ki, sizin için belli bir gün vardır (= le
küm mi’adu yevmin);
ondan ne bir saat tehir edilirsiniz, ne de önceye alınırsınız (=
la testa’hirune anhu
saaten ve la testakdimun).
40/46 …
Saat’in kaim olduğu gün de, “Fir’avn ailesini azabın en
çetinine sokun,” [denilir].
40/59 Saat
mutlaka gelecektir, onda olasılık yoktur (= innes
saate le atiyetün la raybe fiha).
41/47 Saat’in
ilmi Allah’a havale edilir. …
41/50 …
“Saat’in kaim olacağını da zannetmiyorum”… (= ma
ezunnus saate kaimeten)
42/17
... Ne bilirsin, belki de o saat yakındır?
42/18 …
iyi bil ki o Saat üzerinde tartışanlar uzak bir sapıklık
içindedirler.
43/61
O [Kur'an veya Hz.
İsa] saat için bir bilgidir (= ilmun);
o saatin geleceğinden şüphe etmeyin, bana uyun; doğru yol budur.
43/66
Onlar ille de o saatin kendilerine hiç farkında olmadıkları bir
sırada ansızın başlarına gelmesini mi bekliyorlar?
43/85 …
Saat’in ilmi de O’nun
yanındadır, …
45/27
Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır; o saat kaim olduğu gün,
işte o gün iptalciler hüsrana uğrayacaktır.
45/32 Allah’ın
vaadi hakdır; Saat’te de olasılık yoktur (= ves
saatü la raybe fiha).
46/35 …
azabı gördükleri gün sanki gündüzün bir saati kadar yaşamış
gibi olurlar…
47/18
İlle saatin ansızın kendilerine gelmesini mi bekliyorlar? İşte
onun belirtileri geldi; o uyarıldıkları saat kendilerine geldikten
sonra öğüt almaları nasıl olur?
54/46
Hayır, buluşma zamanları o saatir; o saat cidden cok feci ve
acıdır!
79/42 Sana
Saat [hakkında] soruyorlar …
79/46 Onlar
onu [Saat’i] gördükleri zaman [dünyada veya kabirde] sanki bir
akşam veya kuşluk vakti kadar kalmış gibi olurlar.
El-yevm
(gün)
============
[“Yevm” kelimesi ve türevlerinin
geçtiği yaklaşı 400 ayet var, bunlardan ancak bir kısmını
aşağıya kaydettim. Ayetlerde bu kelimenin kullanımlarına
dikkatle bakınca, “gün” kavramının insanlar için de
bulundukları yere göre – mesela dünyada ve ahirette - izafi
olduğu dikkate çarpıyor.]
1/4 …din
günü (= yevmüddin)
2/8 …
ahiret günü (= yevmel ahira)
2/85 …
kıyamet günü (= yevmel
kıyameti)
2/249 …
bu gün (= el-yevme)
3/9 …
kendisinde tereddüt olmayan gün (= yevmün la raybe fihi)
6/15 …
azim bir gün (= yevmün aziym)
6/73 …
ol, dediği gün olmuştur (= ve yevme yekulü lehu kün,
fe yekun)
6/73 …
Sur’a üflendiği gün (= yevme yunfahu fis suur)
6/158 [Saatin]
ayetlerinden bazıları geldiği zaman, daha önce iman etmemiş olan
bir kimsenin imanı fayda vermez (= (= yevme ye’tiy
ba’du ayatü rabbike la yenfeu nefsen imaneha lem tekün amenet min
kabl)
7/14 …
[İblis] dedi, “bana toplanacakları güne kadar mühlet ver (=
kale enzirni ila yevmi yub’asun).
14/41 …
hesabın kaim olduğu gün (= yevme yekumul hisab)
14/48 …
o gün arz, başka bir arza tebdil edilir, gökler de (=
yevme tübedelül arda gayrel ardi ve semavat)
15/38 …
dedi: sen mühlet verildin, bilinen vaktin gününe kadar (=
kale fe inneke minel munzariyn ila yevmil vaktil ma’lum)
17/58 Hiçbir
kent yoktur ki Biz, kıyamet gününden önce onu yok edecek, yahut
ona şiddetli bir şekilde azab edecek olmayalım; bu Kitab’da
yazılmıştır.
18/19 …
bir gün veya günün bir kısmı orada kaldık (= yevmen
ev ba’da yevmin)
18/47
… o gün dağları [kaldırıp] yürütürüz ve sen arzı dümdüz
görürsün (= ve yevme nüseyyirul cibale ve teral arda
barizeten)
19/15 Doğduğu
gün ve öldüğü gün ve tekrar diriltildiği gün ona [Yahya]
selam olsun (= ve selamün aleyhi yevme vulide ve yevme
yemutu ve yevme yub’asu hayya)
19/33
Doğduğum gün de, öleceğim gün de ve tekrar diriltileceğim
gün de bana [İsa] selam verilmiştir (= ves selamu
‘aleyye yevme vulidtu ve yevme emutu ve yevme üb’asu hayya)
20/59 Musa
dedi: müsabaka için] vadedilecek gün bayram günü olsun.(= kale
mev’uduküm yevm-üz ziyneti)
20/102 …
Sur’a üflendiği gün (= yevme yünfahu fis sur)
21/104
… o gün semayı yazı tomarları [kitap sayfaları] gibi düreriz
(= yevme natvis semai ke tayyis-sicilli lil kütüb)
22/55
… o saat ansızın gelinceye kadar (= hatta ye’tiyes
saati bagteten )
23/113 …
“bir gün veya günün bir
kısmı kadar kaldık, sayanlara (= aaddiyn) sorun,”
dediler.
25/22 …
melekleri gördükleri gün, işte o gün mücrimlere müjde yoktur.
25/25
… gök bulutlarla yarılıp da melekler bir iniş indikleri gün
(= ve yevme
teşakkaku-s semae bil gamami ve nezzelel melaiketü
tenzila)
26/38 …
sihirbazlar belli bir günün vaktinde bir araya
getirildiler (= fe cumi’as seharati fi mikati yevmin ma’lum)
26/88 …
o gün ne bir mal, ne de evlatlar fayda vermez (= yevme la yenfeu
malun vela benuun)
27/87 …
Sur’a üfürüldüğü gün (= ve yevme yenfahu fis suur)
28/71 …
eğer Allah, geceyi kıyamet gününe kadar sürekli kılsa …
28/72
… eğer Allah, gündüzü kıyamet gününe kadar sürekli kılsa
…
30/12 …
Saat’in kaim olduğu gün (= yevme tekumus saate)
30/14 …
Saat’in kaim olduğu gün (= yevme tekumus saate)
32/5 …
sonra [emr], ölçüsü sizin saymanızla bin sene olan bir günde
O’na yükselir (= sümme ya’rucu ileyhi fi yevmin kane
mikdaruhu elfe senetin mimma teuddun)
32/29 … fetih günü
(= yevmel feth)
33/44 O’na
kavuştukları gün “selam” ile karşılanırlar…
38/16 …
hesap günü (= yevmel hisab)
38/26 …
hesap günü (= yevmel hisab)
38/53 …
hesap günü (= yevmel hisab)
40/16 …
bu gün mülk kimindir? Tek ve kahhar olan Allah’ın.
40/29 …
[Musa dedi:] ey kavmim, bu gün mülk zahiren bu ülkede sizin.
[Bu
ayette geçen “zahiriyne” kelimesi “galip gelenler” manasına
da geliyor.]
44/10
… göğün açık [görülen] bir duman (= duhan)
getireceği günü gözetle!
44/16 …
o gün büyük bir vuruşla vururuz, zira Biz intikam alıcıyız.
50/20 … vaad günü
(= yevmül vaad)
50/34 … süreklilik
günü (= yevmil hulud)
50/42
… o gün o sesi gerçek olarak işitirler.
50/42 …
çıkış günü (= yevmül huruc)
50/44
… gün arz onlar için yarılır, hızla koşarlar (= yevme
teşakkak-ul ardu anhum sera’an)
52/9 …
o gün gök bir çalkanışla
çalkalanır (= yevme temuuru-s semai mevra)
54/19
Biz onların [Aad ulusunun] üzerine uğursuz bir günde uğultulu
bir kasırga saldık.
55/29 …
O [Allah] her gün maksatlı bir iştedir (= külle
yevmin hüve fi şe’nin )
56/50
Belli bir günün vaktinde
mutlaka toplanacaklardır (= le mecmu’une ila mikati
yevmin ma’lum)
57/12 O
gün mü’min erkekleri ve mü’min kadınları, nurları önlerinde
ve sağlarında, koşar halde görürsün.
62/9 …
Cuma günü (= yevmil cum’a)
64/9 sizi
topladığı gün (= yevme yecme’uküm)
66/7 … ey kafirler,
bu gün özür dilemeyin (= ya eyyühellezine keferu la ta’tezirul
yevme)
70/4 Melekler
ve Ruh, mikdarı elli bin
sene olan bir günde O’na yükselirler.
70/8 …
o gün sema erimiş maden gibi (= kel mühl) olur.
73/14 …
o gün arz ve dağlar sarsılır (= tercüfu)
78/38 …
o gün melekler ve Ruh saflar halinde dururlar.
78/39 …
işte bu hakk günüdür (= zalikel yevmül hakk)
79/6 o
gün şiddetli sarsıntı sarsar (= yevme tercüfu racife)
79/7 ardından
başka bir sarsıntı gelir (= tetbeuher radife)
79/46 onlar
onu [o Saat’i] gördüklerinde sanki [dünyada] bir akşam veya
kuşluk vakti kalmış gibi olurlar (= ke
ennehüm yevme yeravneha lem yelbisu illa aşiyyen ev duhaha)
80/34
(= işte o gün kişi kaçar kardeşinden (= yevme
yefirru-l mer’u min ahiyhi)
83/6
(= o gün insanlar alemlerin Rabbi’nin divanında dururlar (= yevme
yekumun nasu li rabbil ‘alemin)
101/4 o
gün insanlar dağılmış gece kelebekleri gibi olurlar (= yevme
yekünün nasi kel feraşil mebsus)
Yevmen
(bir gün)
2/259 …
bir gün veya günün bir
kısmı kadar kaldık
18/19 …
bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık
20/103
… kendi aralarında gizlice; “dünyada on günden fazla
kalmadınız,” derler.
20/104
… en örnek aldıkları (= emselehüm tariykaten);
“siz sadece bir gün kaldınız”, derler.
22/47 …
Rabbinin katında bir gün, sizin saydığınızla bin sene gibidir.
23/112
Buyurdu: Yeryüzünde kaç sene kaldınız? (= kale
kem lebistüm fil ardi adede siniyne)
23/113
(= dediler: “Bir gün yahut günün bir kısmı kadar kaldık”,
sayanlara sorun (= kalu lebisna yevmen ev ba’da yevmin
fes’elil ‘aaddiyn).
40/49 Ateştekiler
cehennem bekçilerine dediler: “Rabbinize dua edin de hiç değilse
bizden azabu bir gün hafifletsin.”
Yevmüküm
haza (sizin bu gününüz)
6/130 …
bu gününüzde …
21/103 …
işte bu vaadedildiğiniz gününüzdür (= haza yevmüküm-üllezi
küntüm tuadun).
32/14 …
bu gününüz …
39/71 …
sizi bu gününüzle karşılaşacağınız hakkında uyaran elçiler
gelmedi mi? …
45/34 …
siz bu gününüzle karşılaşmayı nasıl unuttunuzsa …
Fi yevmeyni (iki
günde)
41/12
(= sonra onları iki günde yedi sema olarak kaza etti ve her semaya
[o semanın] emrini vahyetti(= fe
kadahünne seb’a semavatin fi yevmeyni ve evha fi külli semain
emreha)
Şehr
(ay)
============
[“Şehr”
kelimesi Kitap’ta zaman birimi ay manasında kullanılmaktadır.]
Eş-şehru
(o ay)
2/185
… Ramazan ayı (= şehrü
ramedan) … ki
Kur’an onda indirilmiştir …
2/194 Haram
ay (= eş-şehrül haram)
…
2/217 Sana
haram ayında savaşmaktan soruyorlar …
5/2 …
haram aya …
5/97 …
haram ay (= veş şehrül
harame)
34/12 Süleyman’a
da sabah gidişi bir ay (= guduvvuha
şehrun), akşam
dönüşü de bir ay olan rüzgarı musahhar kıldık …
97/3 Kadir
gecesi bin aydan hayırlıdır (= leyletül
kadri hayrun min elfi şehr).
Şehren
(bir ay)
9/36
46/15
Şehreyni
(iki ay)
4/92
58/4
Eş-şuhur
(o aylar)
9/36
Eşhurin
(aylar)
2/197 Hac,
bilinen aylardadır …
2/226
2/234
9/2
9/5
65/4
Sene
(sene)
============
[“Sene”
kelimesi Kitap’ta “sene/yıl” manasında kullanılmaktadır,
fakat burada sene, 12 ay senesidir (yaklaşık 355 gün). Ayrıca
bazı ayetlerde Allah katında bir günün insanların saydığı ile
bin sene (22/47) olduğu da ifade edilmektedir. Bundan başka sayısı
elli bin sene olan bir günden de bahsedilmektedir (32/5).]
Seneh
(sene)
2/96 …
her biri bin sene yaşatılmasını ister (= lev yu’ammeru
elfe senetin)…
5/26 [Allah]
buyurdu ki: Orası onlara kırk sene (= erba’iyne
senetin) yasaklandı; o
yerde şaşkın şaşkın dolaşacaklar …
22/47 …
Rabbinin yanında bir gün, sizin saydıklarınızdan bin sene
gibidir (= ve inne yevmen inde rabbike ke elfi senetin
mimma te’uddun).
29/14 Andolsun
Biz, Nuh’u kavmine gönderdik, onların arasında bin seneden elli
[sene] eksik kaldı (= fe lebise fihim elfe senetin illa
hamsine ‘ama)…
32/5 Emri
gökten yere tedbir eder; sonra o mikdarı elli bin sene olan bir
günde O’na çıkar (= sümme ya’rucu ileyhi fi yevmin
kane mikdaruhu elfe senetin mimma tauddun).
46/15 …
nihayet insan güçlü çağına erip kırkıncı senesine varınca
(= ve belaga erbaiyne seneten) …
70/4 Melekler
ve Ruh, mikdarı elli bin sene olan bir günde O’na çıkar (=
ta’rucul melaiketü ver ruhu ileyhi fi yevmin kane
mikdaruhu hamsine elfe seneh).
Siniyn
(seneler)
12/42 …
fakat Şeytan o adama [Yusuf’un durumunu] söylemeyi unutturdu;
böylece Yusuf birkaç yıl daha zindanda kaldı (= fe
lebise fis-sicni bid’a siniyne).
12/47 [Yusuf]
dedi ki: Siz adetiniz üzere yedi yıl [tahıl] ekersiniz (= kale
tezrau seb’a siniyne) …
18/11 Bunun
üzerine o mağarada nice yıllar onların kulaklarına ağırlık
vurduk [onları derin bir uykuya daldırdık] (= fe darabna
‘ala azanihim fil kehfi siniyne adeda).
18/25 “[Onlar]
mağaralarında üç yüz yıl kaldılar, dokuz da ilave ettiler”
[dediler] (= ve lebisu fi kehfihim selase mietin siniyne ve
ezdadu tis’an).
20/40 …
Medyen halkı arasında yıllarca kaldın (= fe lebiste
siniyne fi ehli medyene);
sonra takdir ettiğimiz bir vakitte bize geldin ey Musa!
23/112 Ve
buyurdu: Yeryüzünde sayıca kaç sene kaldınız? (= kale
kem lebistüm fil ardi adede siniyne).
26/18 [Fir’avn] dedi
ki: “Biz seni içimizde bir çocuk olarak yetiştirmedik
mi? Ömründe nice yıllar aramızda kalmadın mı? (= kale
e lem nürebbike fina veliyden ve lebiste fi na min umurike siniyn)
26/205 Görmedin
mi, Biz onları yıllarca yaşatsak (= efe raeyte in
metta’nahüm siniyne).
30/4 Birkaç
yıl içinde (= fi bid’i siniyne);
bundan önce de sonra da emr Allah’ındır; o gün mü’minler
sevinir.
Es-siniyn
(seneler)
10/5 Güneşi
ziya, ayı da nur yapan, senelerin sayısını ve hesabı bilmeniz
için ona menziller takdir eden O’dur (= ve
kadderehu menazile li ta’lemu aded-es siniyne vel hisab);
Allah, bunları hak ile yaratmıştır; bilen bir ulus için ayetleri
tafsil etmektedir.
17/12 Biz
gece ve gündüzü iki ayet yaptık; gecenin ayetini sildik, gündüzün
ayetini aydınlatıcı yaptık ki hem Rabbinizin lutfunu arayasınız,
hem de senelerin sayısını ve hesabı bilesiniz (= ve
li ta’lemu ‘aded-es siniyle vel hisab);
Biz herşeyi iyice tafsil ettik (= ve
külle şey’in fassalnahu tafsiyla).
[Bu
ayetteki “gecenin ayetini sildik” ifadesi, ayın da daha önce
parlak bir ışık verdiği fakat daha sonra sönüp karardığı
şeklinde yorumlanmaktadır ki bu yerinde bir yorumdur.]
Dehr
(devir / uzun zaman)
====================
45/24 Ve
dediler ki; ne varsa şu düya hayatımızdır, başka değil;
ölürüz, yaşarız, bizi sadece devir
helak ediyor (= ve kalu ma hiye illa hayatüned
dünya nemutu ev nahya ve ma yühliküna ille-d dehr)
…
76/1 İnsan
üzerinden, o anılmaya değer bir şey değilken devirden
bir zaman geçmedi mi? (= hel
eta ‘alel insani hıynün
min-ed dehri
lem yekün şey’en mezküra).
Asr
(asır, ikindi vakti)
========
103/1
Asra andolsun ki (= ve’l ‘asr)
Ecel
(ölçülü bir zaman süresi)
=======================
[“Ecel”
kelimesi Kitap’ta “ölçülü bir zaman süresi” manasında
geçmektedir.]
Eccelte
(ecellendirmek)
6/128 Hepsini
bir araya topladığı gün: Ey cinler topluluğu, siz insanlarla çok
uğraştınız, (= kad isteksertüm
minel insi)
[der]; onların insanlardan dostları derler ki: “Rabbimiz,
birbirimizden yararlandık (= rabbena
estemta’ ba’duna bi ba’din)
ve bize verdiğin sürenin
sonuna ulaştık (= ve
belagna ecelen’ellezi eccelte lena);
[Allah] buyurdu ki: Durağınız ateştir; Allah’ın dilemesi hariç
orada ebedi kalacaksınız (= kale’n
naru mesvaküm halidine fiha illa ma şa allah)
; şüphesiz Rabbin hakiym ve aliymdir.
Uccilet
(ecellendirilmiş)
77/12
Ertelenmiş
oldukları gün [hüküm günü] için (= li
eyyi yevmin uccilet).
Ecel
(süre, ecel)
2/282 Ey
iman edenler; belirli bir süreye kadar
birbirinize borç
verdiğinizde (= iza
tedayentüm bi deynin ila ecelin müsemma)
onu yazın …
4/77 …
kendilerine savaş yazılınca hemen içlerinden bir grup,
insanlardan Allah’tan korkar gibi, hatta daha fazla korkmaya
başladılar; “Rabbimiz, niçin bize savaş yazdın? Bizi yakın
bir süreye kadar ertelesen olmaz mıydı?” dediler (= levla
ahhartena ila ecelin karib); de ki: Dünya
geçimi azdır, kim sakınırsa ahiret onun için daha hayırlıdır,
size kıl kadar haksızlık edilmez.
6/2 O’dur
sizi bir kilden yaratıp sonra bir ecel kaza eden (= huvellezi
halekaküm min tıynin sümme kada ecela);
belli bir süre de kendi katındadır (= ve
ecelün müsemmen indehu);
böyle iken siz hala kuşkulanıyorsunuz.
[Bu
ayette geçen ikinci ecel, insanın ölümünden kıyamet gününe
kadar geçecek olan süre olarak anlaşılabilir.]
6/60 O’dur
ki, geceleyin sizi vefat ettirir (= ve
huvellezi yeteveffaküm bil leyl) ve
gündüzün ne işlediğinizi bilir; sonra sizi belirlenmiş bir
sürenin kaza edilmesi için kendinize getirir (= sümme
yeb’asüküm fihi li yukda ecelün müsemma);
sonra dönüşünüz O’nadır; sonra da size yaptıklarınızı
haber verecektir.
7/34 Her
ümmetin bir eceli vardır;
ecelleri gelince ne bir saat tehir edilir, ne de öne alınırlar (=
ve li külli ümmetin ecelün fe iza
cae ecelühüm la yesta’hirune saaten ve la yestakdimun).
7/135 Biz
onlardan [İsrail oğullarından] bir süreye kadar (= ila
ecelin)
azabı kaldırınca, hemen yeminlerini bozmaya başladılar.
10/49 …
her ümmetin bir eceli vardır; ecelleri gelince ne bir saat tehir
edilir, ne de öne alınırlar (= li
külli ümmetin ecelün fe iza cae ecelühüm la yesta’hirune
saaten ve la yestakdimun).
11/3 Ve
Rabbinizden mağfiret dileyesiniz, sonra O’na tevbe edesiniz ki,
sizi belirlenmiş bir ecele kadar (= ila
ecelin müsemmen)
güzelce yaşatsın ve her lutuf sahibine lutfetsin; fakat eğer yüz
çevirirseniz, ben sizin için büyük bir günün azabından
korkarım.
11/104 Biz
onu sadece
sayılı bir süre için erteliyoruz (= ve
ma nu’ahhiruhu illa li ecelin ma’dud).
13/2 Allah
O’dur ki, gökleri görebileceğiniz bir direk olmadan yükseltti
(= allahüllezi rafeas semavati bi
gayri amedin teravneha);
sonra Arş üzerine istiva etti (= sümm-esteva
ilel arşi),
güneşi ve ayı musahhar kıldı (= ve
sahhara-ş şemse vel kamer),
herbiri belli bir süre için akıp gitmektedir (= küllün
yecri li ecelin müsemma);
[Allah] emri yönetir, ayetleri tafsil eder ki, Rabbinizle
karşılaşacağınıza kesin inanasınız (= bi
likai rabbiküm tukınun).
13/38 Andolsun
Biz, senden önce de elçiler gönderdik, onlara da eşler ve
çocuklar verdik; Allah’ın izni olmadan hiçbir elçi ayet
getiremezdi; her ecelin bir kitabı vardır (= li
külli ecelin kitabun).
13/39 Allah,
dilediğini mahveder, dilediğini bırakır; ana kitap O’nun
yanındadır (= yemhullahu
ma yeşa ve yüsbit ve indehu ümmül kitab).
14/10 Elçileri:
“Gökleri ve yeri çatlatarak açan (= faatiri-s semavati vel
ard) Allah hakkında mı
şüphe [ediyorsunuz]? O, sizin günahlarınızdan bir kısmını
bağışlamak ve sizi belirlenmiş bir süreye kadar ertelemek için
(= ve yuahhiruküm ila ecelin müsemma)
sizi davet ediyor,” dediler; onlar ise: “Siz de bizim gibi
insandan başkası değilsiniz; bizi atalarımızın taptığından
döndürmek istiyorsunuz; o halde bize açık bir delil getirin,”
dediler.
14/44 İnsanları
kendilerine azabın geleceği şu günden uyar ki, zalimler:
“Rabbimiz, bizi yakın bir süreye kadar ertele (= rabbena
ahhirna ila ecelin kariyb) de senin davetine icabet edelim ve
elçilerine uyalım,”
derler; peki, önceden sizin için hiç zeval olmadığına yemin
etmemiş miydiniz?
16/61 Eğer
Allah insanları zulümleriyle cezalandırsaydı, [yeryüzünde] tek
canlı bırakmazdı; fakat onları belli bir süreye kadar erteler (=
ve lakin yuahhiruhum ila ecelin müsemma);
ancak ecelleri geldiğinde ne bir saat tehir edilir, ne de öne
alınırlar (= fe iza cae ecelühüm la yesta’hirune
saaten ve la yestakdimun).
20/129 Eğer
Rabbin tarafından söylenmiş bir kelime ve belirlenmiş bir süre
olmasaydı [onların helak edilmeleri] lazım gelirdi (= ve
levla kelimetün sebekat min rabbike le kane lizamen ve ecelün
müsemma).
22/5 …
dilediğimizi belirli bir süreye kadar rahimlerde tutarız (= ve
nukırru fil erhami ma neşau ila ecelin müsemma) …
22/33 [Kurbanlık
hayvanlarda] sizin için belli bir süreye kadar faydalanma vardır
(= lekum fiha menafiu ila ecelin müsemma) …
28/29 Musa
[söz verdiği] süreyi tamamlayıp ailesiyle yola çıkınca Tur’un
yan tarafında bir ateş gördü (= felemma kada musa el
ecele ve sare bi ehlihi anese min canibi-t tur) …
29/5 Kim
Allah ile buluşmayı umuyorsa Allah’ın süresi gelmektedir (= men
kane yercu lika allahi fe inne ecel-allahi le aatin);
O, işitendir, bilendir.
29/53 Senden
azabı acele istiyorlar; eğer belirlenmiş bir süre olmasaydı,
onlara hemen azab gelirdi (= ve yesta’ciluneke bil azabi
ve levla ecelün müsemmen le cae hümül azab);
fakat hiç farkında olmadıklar bir sırada o kendilerine ansızın
gelecektir (= ve le ye’tiyennehüm bagteten ve hüm la yeş’urun).
30/8 Kendi
nefslerinde hiç düşünmediler mi ki Allah, gökleri ve yeri ve bu
ikisi arasında bulunanları ancak gerçek olarak ve belli bir ecel
ile yaratmıştır (= eve lem yetefekkeru fi enfüsihim ma
halek allahu-s semavati vel arda ve ma beynehüma illa bil hakki ve
ecelün müsemma)?
İnsanlardan çoğu Rablerine kavuşmayı inkar etmektedirler.
[Yukarıdaki
ayette, “semavat ve arz ve bu ikisi arasındakiler”den
bahsedilmektedir. Burada neden “ve ma fihinne” (= bu ikisi
içindekileri) denmemiştir, bunu düşünmek gerekiyor.]
31/29 Görmedin
mi Allah, geceyi gündüzün
içine sokuyor, gündüzü de gecenin içine sokuyor; güneşi ve ayı
musahhar kılmıştır; hepsi bir ecele doğru akıp gitmektedirler
(= küllün yecri ila ecelin müsemma);
Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
35/13 [Allah]
geceyi gündüzün içine sokuyor, gündüzü
de gecenin içine sokuyor; güneşi ve ayı musahhar kılmıştır;
hepsi bir ecele doğru akıp gitmektedirler (= küllün
yecri ila ecelin müsemma);
işte Rabbiniz Allah budur, mülk O’nundur; O’ndan başka
yalvardıklarınız ise bir çekirdek zarına bile malik değildirler.
35/45 Eğer
Allah insanları kazandıkları yüzünden [hemen] tutacak
[cezalandıracak] olsaydı [yeryüzünde] tek canlı bırakmazdı;
fakat Allah onları belirli bir süreye kadar erteliyor (= velakin
yuahhiruhum ila ecelin müsemma);
Allah, kullarını görmektedir.
39/5 Gökleri
ve yeri gerçeklik olarak yarattı; geceyi gündüzün üzerine
sarar, gündüzü de gecenin üzerine sarar (= ve
yükevvirül leyle alen nehari ve yükevvirün nehara alel leyl);
güneşi ve ayı da musahhar kılmıştır, hepsi bir süre için
akıp giderler (= küllün
yecri li ecelin müsemma);
dikkat et ki O, aziz ve çok bağışlayandır.
39/42 Allah,
ölme vaktinde olan nefsleri vefat ettirir (= allahu
yeteveffel enfüse hıyne mevtiha);
ölmeyenleri de uykularında (= vellezi
lem temut fi menamiha); sonra ölümü kaza
ettiğini
tutar (= fe yümsikülleti kada aleyhel
mevt), ötekileri de belli bir ecele kadar
gönderir (= ve yürsilül uhra ila ecelin
müsemma);
şüphesiz bunda düşünen bir ulus için ayetler vardır (= inne
fi zalike le ayatin li kavmin yetefekkerun).
42/14 …
eğer Rabbinden [onlar için] belli bir süreye kadar bir kelime
geçmiş olmasaydı, aralarında hüküm verilirdi (= ve
lev la kelimetün sebekat min rabbike ila ecelin müsemma le kudiye
beynehüm) …
46/3 Biz,
gökleri, yeri ve bu ikisi arasındakileri ancak hak ile ve belli bir
ecel ile yarattık (= ma halakna-s
semavati vel arda vema beynehüma illa bil hakki ve ecelin müsemma);
kafirler uyarıldıklarından yüz çevirmektedirler.
63/10 Biriniz
kendisine ölüm gelip de: “Rabbim, beni yakın bir süreye
erteleseydin de sadaka verip iyilerden olsaydım,” (= lev
la ahharteni ila ecelin karib)
demeden önce, size verdiğimiz rızıktan sadaka verin.
71/4 Ki
[Allah] günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi
belli bir ecele kadar ertelesin (= ve
yuahhirküm ila ecelin müsemma);
muhakkak ki, Allah’ın süresi geldiği zaman ertelenmez, bunu
bilseydiniz (= inne ecel allahi iza cae
la yuahhiru lev küntüm ta’lemun).
Ecelen
(bir süre)
6/2 O’dur
sizi bir kilden yaratan, sonra da bir ecel kaza eden (= huvellezi
halekaküm sümme kada ecelen);
belirli bir süre de kendi katındadır; böyle iken siz hala
kuşkulanıyorsunuz (= ve ecelün
müsemmen indehu sümme entüm temterun).
17/99 Görmediler
mi ki, gökleri ve yeri
yaratan Allah, kendilerinin benzerlerini de yaratmaya kaadirdir?
Onlar için de bir ecel yapmıştır ki onda tereddüt yoktur (= ve
ceale lehüm ecelen la raybe fihi); zalimler
ancak inkarda diretirler (= fe eba-ez zalimune
illa küfura).
40/67 O’dur
ki [önce]
sizi topraktan yarattı (= hüvellezi
halekaküm nin türabin);
sonra nutfeden, sonra alekadan [embriyodan] yarattı; sonra sizi bir
bebek olarak çıkarıyor; sonra güçlü çağınıza eresiniz,
sonra da ihtiyarlar olasınız diye sizi yaşatıyor; içinizden kimi
daha önce vefat ettiriliyor (= ve
min küm men yuteveffa min kabli);
belli bir ecele erişmeniz ve akledesiniz diye.
Ecelena
(süremiz)
6/128 Hepsini
bir araya topladığı gün: Ey cinler topluluğu, siz insanlarla çok
uğraştınız, (= kad isteksertüm
minel insi) [der];
onların insanlardan dostları derler ki: “Rabbimiz, birbirimizden
yararlandık (= rabbena estemta’ ba’duna bi ba’din) ve bize
verdiğin sürenin sonuna ulaştık (= ve
belagna ecelena-ellezi eccelte lena);
[Allah] buyurdu ki: Durağınız ateştir; Allah’ın dilemesi hariç
orada ebedi kalacaksınız (= kalen
naru mesvaküm halidine fiha illa ma şa allah);
şüphesiz Rabbin hakiym ve aliymdir.
Ecelihi
(onun süresi / eceli)
2/235 …
ve farz olan bekleme süresi dolmadan nikah bağını bağlamaya
kalkmayın (= ve la ta’zimu ukdeten
nikahi hatta yeblugal kitabu ecelehu) …
2/282
Ey iman edenler; belirli bir süreye kadar birbirinize borç
verdiğiniz zaman (= iza tedayentüm bi
deynin ila ecelin müsemma)
onu yazın … az olsun, çok olsun onu süresine kadar yazmaktan
çekinmeyin (= ve la tes’emu en
tektubuuhu sagiyren ev kebiren ila ecelihi) …
Ecelüha
(onun süresi)
15/5
Hiçbir ümmet ecelini ne geçebilir, ne de ondan geri kalır (= ma
tesbiku min ümmetin eceleha ve ma yesta’hirun).
23/43 Hiçbir ümmet ecelini ne
geçebilir, ne de ondan geri
kalır (= ma tesbiku min ümmetin eceleha ve ma
yesta’hirun).
63/11 Allah,
eceli geldiğinde hiçbir nefsi geciktirmez (= ve len
yu’ahhir allahu nefsen iza cae ecelüha);
Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
Ecelühüm
(süreleri)
7/34 Her
ümmetin
bir eceli vardır; ecelleri gelince ne bir saat tehir edilir, ne de
öne alınırlar (= ve li külli
ümmetin ecelün fe iza cae ecelühüm la yesta’hirune saaten ve la
yestakdimun).
7/185 Onlar
göklerin ve yerin yönetimi üzerinde ve Allah’ın bir şey’den
yarattıkları üzerinde [bakıp] düşünmediler mi? Ecellerinin
yaklaşmış olduğuna da (= ve en ‘asa
en yekune kad ikterabe ecelühüm); peki,
bundan sonra hangi söze inanacaklar?
10/11 Eğer
Allah, insanlar hayrı acele istedikleri gibi, şerri de onlara acele
verseydi, süreleri hemen kaza edilmiş olurdu; fakat Bizimle
buluşmayı ummayanları Biz azgınlıkları içinde bırakırız,
bocalar dururlar.
10/49 …
her ümmetin bir eceli vardır; ecelleri gelince ne bir saat tehir
edilir, ne de öne alınırlar (= li
külli ümmetin ecelün fe iza cae ecelühüm la yesta’hirune
saaten ve la yestakdimun).
16/61 Eğer
Allah insanları zulümleriyle cezalandırsaydı, [yeryüzünde] tek
canlı bırakmazdı; fakat onları belli bir süreye kadar erteler (=
ve lakin yuahhiruhum ila ecelin
müsemma); ancak ecelleri
geldiğinde ne bir saat tehir edilir, ne de öne alınırlar (=
fe iza cae ecelühüm la yesta’hirune saaten ve la yestakdimun).
35/45 Eğer
Allah insanları kazandıkları yüzünden [hemen] tutacak
[cezalandıracak] olsaydı [yeryüzünde] tek canlı bırakmazdı;
fakat Allah onları belirli bir süreye kadar erteliyor (= velakin
yuahhiruhum ila ecelin müsemma);
Allah, kullarını görmektedir.
Ecelühünne
(süreleri)
2/231 Kadınları
boşadığınızda, [bekleme] sürelerini tamamladılarsa (= fe
belagne ecelehünne);
ya onları iyilikle tutun; ya da iyilikle bırakın …..
2/232 Kadınları
boşadığınızda [bekleme] sürelerini tamamladılarsa (= fe
belagne ecelehünne),
kendi aralarında güzelce anlaştıkları takdirde [eski]
kocalarıyla evelenmelerine engel olmayın; …
2/234 İçinizden
vefat edenlerin geriye bıraktıkları eşleri dört ay on gün
[bekleyip] kendilerini gözetirler; sürelerini tamamlayınca (= fe
iza belagne ecelehünne)
artık kendileri için uygun olanı yapmalarında size bir günah
yoktur; Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
65/2 Sürelerini
tamamladıklarında (= fe iza belagne
hünne)
ya onları güzelce [yanınızda] tutun, yahut onlardan ayrılın; …
65/4 …
hamile olanların [bekleme] süresi (= ve
ulatul ahmali ecelehunne),
yüklerini bırakmaları kadardır …
El
Eceleyn (iki süre)
28/28 [Musa]
dedi: “Bu seninle benim aramızda [bir sözleşme]; demek ki iki
süreden hangisini tamamlarsam (= eyye
mel eceleyni kadaytu),
bana düşmanlık yok; Allah bu söylediğimize vekildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder