17 Şubat 2019 Pazar

KUR’AN’DA ZAMANLA İLGİLİ KAVRAMLAR


KUR’AN’DA ZAMANLA İLGİLİ KAVRAMLAR


El-an (şu anda, şimdi)
=================
[“An” kelimesi, Kitap’ta “şu anda”, “şimdi” manalarında kullanılıyor.]

2/71 … işte şimdi gerçeği getirdin …
2/187 … Artık şimdi onlara yaklaşın.
4/18 … ölüm gelip çatınca; “ben şimdi tevbe ettim,” diyenlere …
8/66 Şimdi Allah sizden [endişelerinizi/günahlarınızı] hafifletti…
10/51 … şimdi mi inandınız?…
10/91 … şimdi mi? Oysa sen [Fir’avn] daha önce isyan etmiş ve fesatçı olmuştun.
12/51 … el ane hashasel hakk (= işte şimdi hak yerini buldu)
72/9 … artık şimdi [cinlerden] kim dinlemek istese kendisini gözeten bir ışın bulur.

Hıyn (zaman)
============
[“Hıyn” kelimesi Kitap’ta iki manada kullanılıyor: 1) “an” manasında, 2) “zaman” manasında, 3) süresi belli olmayan bir “zaman aralığı” manasında kullanılıyor.]

2/36 … Birbirinize düşman olarak inin; sizin yeryüzünde bir zamana kadar (= ila hıynin) kalıp yaşamanız gerekiyor.
2/177 …[savaş için] bir araya geldikleri zaman (= hıynel be’s) sabredenler…
5/101 … eğer Kur’an indirildiği zaman (= hıyne yünezzilül kur’an) onları sorarsanız size açıklanır …
5/106 Ey iman edenler, birinize ölüm yaklaşınca vasiyet zamanı (= hıynel vasiyyeti) sizden iki adil kişi şahitlik etsin…
7/24 Allah buyurdu: Birbirinize düşman olarak inin; yeryüzünde bir zamana kadar (= ila hıyn) kalıp geçinmeniz gerekiyor …
10/98 … onları bir zamana kadar (= ila hıyn) yaşatmıştık.
11/5 … örtülerine büründükleri zaman bile (= hıyne yestağşune siyabehüm) bile Allah, onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını bilir.
12/35 … bu delilleri gördükleri halde yine onu [Yusuf’u] bir zamana kadar zindana atmak kendilerine uygun geldi.
14/25 Rabbinin izniyle her zaman (= külle hıynin) meyvesini verir…
16/6 hıyne türiyhune ve hıyne tesrehun … (mer’adan getirdiğiniz zaman ve gönderdiğiniz zaman…)
16/80 … bir zamana kadar (= ila hıyn) kullanacağınız giyecek …
21/39 Kafirler … ateşi savamayacakları zamanı (= hıyne la yekuffune) … bir bilselerdi.
21/111 … [azabın ertelenmesi] belki sizi denemek ve bir zamana kadar (= ila hıyn) yaşatmak içindir.
23/25 … “bir zamana kadar (= ila hıyn) onu [Nuh’u] gözetleyin.”
23/54 … bir zamana kadar (= ila hıyn) onları gafletleri içinde bırak.
24/58 … öğle zamanı elbiselerinizi çıkarıp yatacağınız zaman (= ve hıyne tedaune siyabeküm) …
25/42 … azabı gördükleri zaman (= hıyne yeravnel azab) kimin yolunun sapık olduğunu bileceklerdir.
26/218 O, seni görür, namaza durduğun zaman (= hıyne tekuum).
28/15 Halkı kendisinden habersiz olduğu bir zamanda (= hıyne gafletün) [Musa] şehre girdi…
30/17 O halde akşama girdiğiniz zaman (= hıyne tumsuun).
30/17 Ve sabaha erdiğiniz zaman (= ve hıyne tüsbihun) Allah’ı tesbih edin.
30/18 Göklerde ve yerde günün sonunda da , öğleye erdiğiniz zaman da hamd O’na mahsustur.
36/44 Bizden bir rahmet ve bir zamana kadar geçinmeniz için (= illa rahmeten minna ve metaen ila hıyn).
37/148 İman ettiler ve Biz de onları bir zamana kadar (= ila hıyn) geçindirdik.
37/174 Bir zamana kadar (= ila hıyn) onlardan yüz çevir.
37/178 Bir zamana kadar (= ila hıyn) onları kendi hallerine bırak.
38/3 … fakat artık kurtuluş zamanı (= hıyne menas) geçmişti.
38/88 Bir zaman sonra (= ba’de hıynin) onun haberinin [gerçek olduğunu] çok iyi bileceksiniz.
39/42 Allah, ölüm zamanı nefsleri vefat ettirir (= Allahu yeteveffel enfüsü hıyne mevtiha) …
39/58 Yahut azabı gördüğü zaman (= hıyne teral azab) …
51/43 Semud’a da; bir zamana kadar sefa sürün denmişti (= ve fi semude iz kıyle lehum temetteu hatta hıyn).
52/48 … [namaza] durduğun zaman Rabbini övgü ile an (= ve sebbih bi hamdi rabbike hıyne tekuum).
76/1 İnsan üzerinden, o anılmaya değer bir şey değilken devirden bir zaman geçmedi mi? (= hel eta ‘alel insani hıynün min-ed dehri lem yekün şey’en mezküra).

Hıyne izin

56/84 Ki siz de o zaman (= hıyne izin) [ölmekte olan kimseye] bakar durursunuz.

Vakt
==========
[“Vakt” kelimesi Kitap’ta, “günün bir vakti” manasında kullanılıyor. “Vakt” kelimesi, “saat” kelimesinin aksine, bir zaman aralığını değil, belli bir zamanı (mesela kuşluk vakti) ifade etmede kullanılıyor.]

15/38 Bilinen vaktin gününe kadar (= ila yevmil vaktil ma’lum) ertelendin.
38/81 Bilinen vaktin gününe kadar (= ila yevmil vaktil ma’lum) ertelendin.

[Yukarıdaki iki ayette, “yevmil vakt” (= vaktin günü) ifadesi, “yevmüs-saah” (= saatin günü) ifadesine benzer bir gramer içinde kullanılmaktadır.]

Li vaktiha

7/187 … onu [Saat’i] tam vaktinde tecelli ettirecek olan ancak O’dur (= la yücelliha li vaktiha illa huu) …



Mikatu (belirlenmiş bir vakit)

7/142 … böylece Rabbinin [Musa için] tayin ettiği vakit tamamlanınca (= fe temme mikatu rabbihi) …
26/38 Böylece sihirbazlar belli bir günün vaktinde bir araya getirildi (= fe cumias seharatü li mikati yevmin ma’lum).
56/50 Belli bir günün [Kıyamet] buluşma vakti için mutlaka toplanacaklardır (= li mecmu’une ila mikati yevmin ma’lum)

Mikaten

78/17 Muhakkak ki hüküm günü belli bir vakittir (= inne yevmel fasli kane mikaten).

Li mikatina

7/143 Musa tayin ettiğimiz vakitte Bizimle buluşmağa gelince (= ve lemma cae musa li mikatina)…
7/155 Ve Musa, Bizimle buluşma vakti için kavminden yetmiş adam seçti (= ve ehtare musa kavmehu seb’iyne raculen li mikatina)…

Mikatuhüm

44/40 Hüküm günü, hepsinin buluşma vaktidir (= inne yevmel fasli mikatuhüm ecme’iyn)

Mevakitu

2/189 … de ki; onlar insanlar ve hacc için vakitlerdir (= kul hiye mevakitu linnasi vel hacc).

Mevkuuta

4/103 … çünkü namaz, mü’minlere vakitli olarak yazılmıştır [farz kılınmıştır] (= kanet ‘alel mü’miniyne kitaben mevkuuta)

Saat (saat)
============
[“Saat” kelimesi Kitap’ta iki farklı manada kullanılmaktadır: 1) Kıyamet Saati manasında hususi bir olayı ifade eden çerçevede, 2) Günün kısa bir kısmını ifade eden bildiğimiz “saat” manasında.]

6/31 … o Saat kendilerine ansızın gelip çatınca …
6/40 … siz, Allah’ın azabı gelse, yahut o Saat gelse Allah’tan başkasına mı yalvarırsınız? …
7/187 ... O [saatin emri], göklere de yere de ağır gelmiştir...o size ansizin gelecektir...
9/117 Allah, Nebi’yi ve o zorluk saatinde ona tabi olan muhacirleri ve ensarı affetti…
10/45 … sanki onlar sadece gündüzün, görüşüp tanıştıkları bir saati kadar dünyada kalmış gibidirler …
[Bu konuyla ilgili öteki ayetler şunlardır: 46/35, 79/46, 18/19, 23/113]

10/49 … her ümmetin bir eceli vardır; ecelleri gelince ne bir saat geri kalırlar, ne de ileri giderler.
12/107 ... onlar hiç farkında değilken ansızın o saatin kendilerine gelmeyeceğinden emin midirler?
15/85 … o Saat de mutlaka gelecektir.
16/61 …fakat onları [insanları] belli bir süreye kadar (= ila ecelin müsemma) erteler; ecelleri gelince ise ne bir saat geciktirilir, ne de bir saat öne alınır.
16/77 Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir; Saat’in emri bir göz açıp kapama gibi, yahut daha yakındır; şüphesiz Allah herşeye gücü yetendir.
18/21 … Allah’ın vaadinin hakk olduğunu ve Saat’te bir olasılık olmadığını bilsinler (= ve ennes saate la raybe fiha)
18/36 … “Saat’in kaim olacağını da zannetmiyorum” (= ve ma ezunnus saate kaimeten) …
19/75 … nihayet vaadedildikleri [azabı] yahut Saat’i gördüklerinde (= hatta iza raev) …
20/15 O saat mutlaka gelecektir; Herkesin peşinde koştuğu işlerle cezalanması için, neredeyse onu gizleyeceğim.
21/49 Sakınanlar görmedikleri halde Rablerinden korkarlar (= yahşevne), Saat’ten de çekinirler (= ve mine-s saati müşfikun).
22/1 Ey insanlar! Rabbinizden korkun; çünkü saatin depremi cidden korkunç bir şeydir (= inne zelzeletus saate şey'ün aziym).
22/2 Onu gördüğünüz gün her emziren emzirdiğinden geçer, her hamile yükünü bırakır; insanları sarhoş görürsün, halbuki onlar sarhoş değillerdir, ama Allah'ın azabı şiddetlidir.
22/7 Ve o Saat mutlaka gelecektir (= ve innes saatu atiyetün); onda olasılık yoktur (= la raybe fiha) …
22/55 İnkar edenler ise o saat ansızın kendilerine gelinceye, yahut o hayırsız günün azabı kendilerine gelinceye kadar ondan [Kur'andan] yana kuşku içindedirler.
25/11 … Biz Saat’i yalanlayanlara alevli bir ateş hazırlamışızdır.
30/12 O saat kaim olduğu gün (= yevme tekumus saatu) suçlular susarlar.
30/14 O saat kaim olduğu gün onlar [inananlar ve inanmayanlar] ayrılırlar.
30/55 O saat kaim olduğu gün (= yevme tekumus saatu) suçlular bir saatten fazla kalmadıklarına (= ma lebisu gayre saatin) yemin ederler...
31/34 Muhakkak ki Saat’in ilmi Allah katındadır…
33/63 … de ki; onun ilmi Allah katındadır; ne bilirsin, belki o Saat yakındır.
34/3 İnkar edenler; “o Saat bize gelmez,” dediler; de ki; hayır, gaybı bilen Rabbim hakkı için, o mutlaka size gelecektir; göklerde ve yerde zerre miskali [bir şey] O’ndan saklı kalmaz, ne bundan küçük ne de büyük; [hepsi] apaçık bir kitaptadır.

[Bu ayetten anlaşıldığına göre, inkar edenler – ve belki de bütün insanlar – daha önce ölmüş olsalar bile Kıyamet Saatinin dehşetini mutlaka göreceklerdir. Bunun nasıl olacağını bilemiyoruz, ama başka ayetler de bu manayı destekliyor (mesela 21/49, 40/46, 79/46 ayetleri).]

34/30 De ki, sizin için belli bir gün vardır (= le küm mi’adu yevmin); ondan ne bir saat tehir edilirsiniz, ne de önceye alınırsınız (= la testa’hirune anhu saaten ve la testakdimun).
40/46 … Saat’in kaim olduğu gün de, “Fir’avn ailesini azabın en çetinine sokun,” [denilir].
40/59 Saat mutlaka gelecektir, onda olasılık yoktur (= innes saate le atiyetün la raybe fiha).
41/47 Saat’in ilmi Allah’a havale edilir. …
41/50 … “Saat’in kaim olacağını da zannetmiyorum”… (= ma ezunnus saate kaimeten)
42/17 ... Ne bilirsin, belki de o saat yakındır?
42/18 … iyi bil ki o Saat üzerinde tartışanlar uzak bir sapıklık içindedirler.
43/61 O [Kur'an veya Hz. İsa] saat için bir bilgidir (= ilmun); o saatin geleceğinden şüphe etmeyin, bana uyun; doğru yol budur.
43/66 Onlar ille de o saatin kendilerine hiç farkında olmadıkları bir sırada ansızın başlarına gelmesini mi bekliyorlar?
43/85 … Saat’in ilmi de O’nun yanındadır, …
45/27 Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır; o saat kaim olduğu gün, işte o gün iptalciler hüsrana uğrayacaktır.
45/32 Allah’ın vaadi hakdır; Saat’te de olasılık yoktur (= ves saatü la raybe fiha).
46/35 … azabı gördükleri gün sanki gündüzün bir saati kadar yaşamış gibi olurlar…
47/18 İlle saatin ansızın kendilerine gelmesini mi bekliyorlar? İşte onun belirtileri geldi; o uyarıldıkları saat kendilerine geldikten sonra öğüt almaları nasıl olur?
54/46 Hayır, buluşma zamanları o saatir; o saat cidden cok feci ve acıdır!
79/42 Sana Saat [hakkında] soruyorlar …
79/46 Onlar onu [Saat’i] gördükleri zaman [dünyada veya kabirde] sanki bir akşam veya kuşluk vakti kadar kalmış gibi olurlar.

El-yevm (gün)
============
[“Yevm” kelimesi ve türevlerinin geçtiği yaklaşı 400 ayet var, bunlardan ancak bir kısmını aşağıya kaydettim. Ayetlerde bu kelimenin kullanımlarına dikkatle bakınca, “gün” kavramının insanlar için de bulundukları yere göre – mesela dünyada ve ahirette - izafi olduğu dikkate çarpıyor.]

1/4 …din günü (= yevmüddin)
2/8 … ahiret günü (= yevmel ahira)
2/85 … kıyamet günü (= yevmel kıyameti)
2/249 … bu gün (= el-yevme)
3/9 … kendisinde tereddüt olmayan gün (= yevmün la raybe fihi)
6/15 … azim bir gün (= yevmün aziym)
6/73 … ol, dediği gün olmuştur (= ve yevme yekulü lehu kün, fe yekun)
6/73 … Sur’a üflendiği gün (= yevme yunfahu fis suur)
6/158 [Saatin] ayetlerinden bazıları geldiği zaman, daha önce iman etmemiş olan bir kimsenin imanı fayda vermez (= (= yevme ye’tiy ba’du ayatü rabbike la yenfeu nefsen imaneha lem tekün amenet min kabl)
7/14 … [İblis] dedi, “bana toplanacakları güne kadar mühlet ver (= kale enzirni ila yevmi yub’asun).
14/41 … hesabın kaim olduğu gün (= yevme yekumul hisab)
14/48 … o gün arz, başka bir arza tebdil edilir, gökler de (= yevme tübedelül arda gayrel ardi ve semavat)
15/38 … dedi: sen mühlet verildin, bilinen vaktin gününe kadar (= kale fe inneke minel munzariyn ila yevmil vaktil ma’lum)
17/58 Hiçbir kent yoktur ki Biz, kıyamet gününden önce onu yok edecek, yahut ona şiddetli bir şekilde azab edecek olmayalım; bu Kitab’da yazılmıştır.
18/19 … bir gün veya günün bir kısmı orada kaldık (= yevmen ev ba’da yevmin)
18/47 … o gün dağları [kaldırıp] yürütürüz ve sen arzı dümdüz görürsün (= ve yevme nüseyyirul cibale ve teral arda barizeten)
19/15 Doğduğu gün ve öldüğü gün ve tekrar diriltildiği gün ona [Yahya] selam olsun (= ve selamün aleyhi yevme vulide ve yevme yemutu ve yevme yub’asu hayya)
19/33 Doğduğum gün de, öleceğim gün de ve tekrar diriltileceğim gün de bana [İsa] selam verilmiştir (= ves selamu ‘aleyye yevme vulidtu ve yevme emutu ve yevme üb’asu hayya)
20/59 Musa dedi: müsabaka için] vadedilecek gün bayram günü olsun.(= kale mev’uduküm yevm-üz ziyneti)
20/102 … Sur’a üflendiği gün (= yevme yünfahu fis sur)
21/104 … o gün semayı yazı tomarları [kitap sayfaları] gibi düreriz (= yevme natvis semai ke tayyis-sicilli lil kütüb)
22/55 … o saat ansızın gelinceye kadar (= hatta ye’tiyes saati bagteten )
23/113 … “bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık, sayanlara (= aaddiyn) sorun,” dediler.
25/22 … melekleri gördükleri gün, işte o gün mücrimlere müjde yoktur.
25/25 … gök bulutlarla yarılıp da melekler bir iniş indikleri gün (= ve yevme teşakkaku-s semae bil gamami ve nezzelel melaiketü tenzila)
26/38 … sihirbazlar belli bir günün vaktinde bir araya getirildiler (= fe cumi’as seharati fi mikati yevmin ma’lum)
26/88 … o gün ne bir mal, ne de evlatlar fayda vermez (= yevme la yenfeu malun vela benuun)
27/87 … Sur’a üfürüldüğü gün (= ve yevme yenfahu fis suur)
28/71 … eğer Allah, geceyi kıyamet gününe kadar sürekli kılsa …
28/72 … eğer Allah, gündüzü kıyamet gününe kadar sürekli kılsa …
30/12 … Saat’in kaim olduğu gün (= yevme tekumus saate)
30/14 … Saat’in kaim olduğu gün (= yevme tekumus saate)
32/5 … sonra [emr], ölçüsü sizin saymanızla bin sene olan bir günde O’na yükselir (= sümme ya’rucu ileyhi fi yevmin kane mikdaruhu elfe senetin mimma teuddun)
32/29 … fetih günü (= yevmel feth)
33/44 O’na kavuştukları gün “selam” ile karşılanırlar…
38/16 … hesap günü (= yevmel hisab)
38/26 … hesap günü (= yevmel hisab)
38/53 … hesap günü (= yevmel hisab)
40/16 … bu gün mülk kimindir? Tek ve kahhar olan Allah’ın.
40/29 … [Musa dedi:] ey kavmim, bu gün mülk zahiren bu ülkede sizin.

[Bu ayette geçen “zahiriyne” kelimesi “galip gelenler” manasına da geliyor.]

44/10 … göğün açık [görülen] bir duman (= duhan) getireceği günü gözetle!
44/16 … o gün büyük bir vuruşla vururuz, zira Biz intikam alıcıyız.
50/20 … vaad günü (= yevmül vaad)
50/34 … süreklilik günü (= yevmil hulud)
50/42 … o gün o sesi gerçek olarak işitirler.
50/42 … çıkış günü (= yevmül huruc)
50/44 … gün arz onlar için yarılır, hızla koşarlar (= yevme teşakkak-ul ardu anhum sera’an)
52/9 … o gün gök bir çalkanışla çalkalanır (= yevme temuuru-s semai mevra)
54/19 Biz onların [Aad ulusunun] üzerine uğursuz bir günde uğultulu bir kasırga saldık.
55/29 … O [Allah] her gün maksatlı bir iştedir (= külle yevmin hüve fi şe’nin )
56/50 Belli bir günün vaktinde mutlaka toplanacaklardır (= le mecmu’une ila mikati yevmin ma’lum)
57/12 O gün mü’min erkekleri ve mü’min kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında, koşar halde görürsün.
62/9 … Cuma günü (= yevmil cum’a)
64/9 sizi topladığı gün (= yevme yecme’uküm)
66/7 … ey kafirler, bu gün özür dilemeyin (= ya eyyühellezine keferu la ta’tezirul yevme)
70/4 Melekler ve Ruh, mikdarı elli bin sene olan bir günde O’na yükselirler.
70/8 … o gün sema erimiş maden gibi (= kel mühl) olur.
73/14 … o gün arz ve dağlar sarsılır (= tercüfu)
78/38 … o gün melekler ve Ruh saflar halinde dururlar.
78/39 … işte bu hakk günüdür (= zalikel yevmül hakk)
79/6 o gün şiddetli sarsıntı sarsar (= yevme tercüfu racife)
79/7 ardından başka bir sarsıntı gelir (= tetbeuher radife)
79/46 onlar onu [o Saat’i] gördüklerinde sanki [dünyada] bir akşam veya kuşluk vakti kalmış gibi olurlar (= ke ennehüm yevme yeravneha lem yelbisu illa aşiyyen ev duhaha)
80/34 (= işte o gün kişi kaçar kardeşinden (= yevme yefirru-l mer’u min ahiyhi)
83/6 (= o gün insanlar alemlerin Rabbi’nin divanında dururlar (= yevme yekumun nasu li rabbil ‘alemin)
101/4 o gün insanlar dağılmış gece kelebekleri gibi olurlar (= yevme yekünün nasi kel feraşil mebsus)

Yevmen (bir gün)

2/259 … bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık
18/19 … bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık
20/103 … kendi aralarında gizlice; “dünyada on günden fazla kalmadınız,” derler.
20/104 … en örnek aldıkları (= emselehüm tariykaten); “siz sadece bir gün kaldınız”, derler.
22/47 … Rabbinin katında bir gün, sizin saydığınızla bin sene gibidir.
23/112 Buyurdu: Yeryüzünde kaç sene kaldınız? (= kale kem lebistüm fil ardi adede siniyne)
23/113 (= dediler: “Bir gün yahut günün bir kısmı kadar kaldık”, sayanlara sorun (= kalu lebisna yevmen ev ba’da yevmin fes’elil ‘aaddiyn).
40/49 Ateştekiler cehennem bekçilerine dediler: “Rabbinize dua edin de hiç değilse bizden azabu bir gün hafifletsin.”

Yevmüküm haza (sizin bu gününüz)

6/130 … bu gününüzde …
21/103 … işte bu vaadedildiğiniz gününüzdür (= haza yevmüküm-üllezi küntüm tuadun).
32/14 … bu gününüz …
39/71 … sizi bu gününüzle karşılaşacağınız hakkında uyaran elçiler gelmedi mi? …
45/34 … siz bu gününüzle karşılaşmayı nasıl unuttunuzsa …

Fi yevmeyni (iki günde)

41/12 (= sonra onları iki günde yedi sema olarak kaza etti ve her semaya [o semanın] emrini vahyetti(= fe kadahünne seb’a semavatin fi yevmeyni ve evha fi külli semain emreha)

Şehr (ay)
============
[“Şehr” kelimesi Kitap’ta zaman birimi ay manasında kullanılmaktadır.]

Eş-şehru (o ay)
2/185 … Ramazan ayı (= şehrü ramedan) … ki Kur’an onda indirilmiştir …
2/194 Haram ay (= eş-şehrül haram) …
2/217 Sana haram ayında savaşmaktan soruyorlar …
5/2 … haram aya …
5/97 … haram ay (= veş şehrül harame)
34/12 Süleyman’a da sabah gidişi bir ay (= guduvvuha şehrun), akşam dönüşü de bir ay olan rüzgarı musahhar kıldık …
97/3 Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır (= leyletül kadri hayrun min elfi şehr).

Şehren (bir ay)
9/36
46/15

Şehreyni (iki ay)
4/92
58/4

Eş-şuhur (o aylar)
9/36

Eşhurin (aylar)

2/197 Hac, bilinen aylardadır …
2/226
2/234
9/2
9/5
65/4


Sene (sene)
============
[“Sene” kelimesi Kitap’ta “sene/yıl” manasında kullanılmaktadır, fakat burada sene, 12 ay senesidir (yaklaşık 355 gün). Ayrıca bazı ayetlerde Allah katında bir günün insanların saydığı ile bin sene (22/47) olduğu da ifade edilmektedir. Bundan başka sayısı elli bin sene olan bir günden de bahsedilmektedir (32/5).]

Seneh (sene)

2/96 … her biri bin sene yaşatılmasını ister (= lev yu’ammeru elfe senetin)…
5/26 [Allah] buyurdu ki: Orası onlara kırk sene (= erba’iyne senetin) yasaklandı; o yerde şaşkın şaşkın dolaşacaklar …
22/47 … Rabbinin yanında bir gün, sizin saydıklarınızdan bin sene gibidir (= ve inne yevmen inde rabbike ke elfi senetin mimma te’uddun).
29/14 Andolsun Biz, Nuh’u kavmine gönderdik, onların arasında bin seneden elli [sene] eksik kaldı (= fe lebise fihim elfe senetin illa hamsine ‘ama)…
32/5 Emri gökten yere tedbir eder; sonra o mikdarı elli bin sene olan bir günde O’na çıkar (= sümme ya’rucu ileyhi fi yevmin kane mikdaruhu elfe senetin mimma tauddun).
46/15 … nihayet insan güçlü çağına erip kırkıncı senesine varınca (= ve belaga erbaiyne seneten) …
70/4 Melekler ve Ruh, mikdarı elli bin sene olan bir günde O’na çıkar (= ta’rucul melaiketü ver ruhu ileyhi fi yevmin kane mikdaruhu hamsine elfe seneh).

Siniyn (seneler)

12/42 … fakat Şeytan o adama [Yusuf’un durumunu] söylemeyi unutturdu; böylece Yusuf birkaç yıl daha zindanda kaldı (= fe lebise fis-sicni bid’a siniyne).
12/47 [Yusuf] dedi ki: Siz adetiniz üzere yedi yıl [tahıl] ekersiniz (= kale tezrau seb’a siniyne) …
18/11 Bunun üzerine o mağarada nice yıllar onların kulaklarına ağırlık vurduk [onları derin bir uykuya daldırdık] (= fe darabna ‘ala azanihim fil kehfi siniyne adeda).
18/25 “[Onlar] mağaralarında üç yüz yıl kaldılar, dokuz da ilave ettiler” [dediler] (= ve lebisu fi kehfihim selase mietin siniyne ve ezdadu tis’an).
20/40 … Medyen halkı arasında yıllarca kaldın (= fe lebiste siniyne fi ehli medyene); sonra takdir ettiğimiz bir vakitte bize geldin ey Musa!
23/112 Ve buyurdu: Yeryüzünde sayıca kaç sene kaldınız? (= kale kem lebistüm fil ardi adede siniyne).
26/18 [Fir’avn] dedi ki: “Biz seni içimizde bir çocuk olarak yetiştirmedik mi? Ömründe nice yıllar aramızda kalmadın mı? (= kale e lem nürebbike fina veliyden ve lebiste fi na min umurike siniyn)
26/205 Görmedin mi, Biz onları yıllarca yaşatsak (= efe raeyte in metta’nahüm siniyne).
30/4 Birkaç yıl içinde (= fi bid’i siniyne); bundan önce de sonra da emr Allah’ındır; o gün mü’minler sevinir.




Es-siniyn (seneler)
10/5 Güneşi ziya, ayı da nur yapan, senelerin sayısını ve hesabı bilmeniz için ona menziller takdir eden O’dur (= ve kadderehu menazile li ta’lemu aded-es siniyne vel hisab); Allah, bunları hak ile yaratmıştır; bilen bir ulus için ayetleri tafsil etmektedir.
17/12 Biz gece ve gündüzü iki ayet yaptık; gecenin ayetini sildik, gündüzün ayetini aydınlatıcı yaptık ki hem Rabbinizin lutfunu arayasınız, hem de senelerin sayısını ve hesabı bilesiniz (= ve li ta’lemu ‘aded-es siniyle vel hisab); Biz herşeyi iyice tafsil ettik (= ve külle şey’in fassalnahu tafsiyla).

[Bu ayetteki “gecenin ayetini sildik” ifadesi, ayın da daha önce parlak bir ışık verdiği fakat daha sonra sönüp karardığı şeklinde yorumlanmaktadır ki bu yerinde bir yorumdur.]

Dehr (devir / uzun zaman)
====================
45/24 Ve dediler ki; ne varsa şu düya hayatımızdır, başka değil; ölürüz, yaşarız, bizi sadece devir helak ediyor (= ve kalu ma hiye illa hayatüned dünya nemutu ev nahya ve ma yühliküna ille-d dehr) …
76/1 İnsan üzerinden, o anılmaya değer bir şey değilken devirden bir zaman geçmedi mi? (= hel eta ‘alel insani hıynün min-ed dehri lem yekün şey’en mezküra).

Asr (asır, ikindi vakti)
========
103/1 Asra andolsun ki (= ve’l ‘asr)

Ecel (ölçülü bir zaman süresi)
=======================
[“Ecel” kelimesi Kitap’ta “ölçülü bir zaman süresi” manasında geçmektedir.]

Eccelte (ecellendirmek)

6/128 Hepsini bir araya topladığı gün: Ey cinler topluluğu, siz insanlarla çok uğraştınız, (= kad isteksertüm minel insi) [der]; onların insanlardan dostları derler ki: “Rabbimiz, birbirimizden yararlandık (= rabbena estemta’ ba’duna bi ba’din) ve bize verdiğin sürenin sonuna ulaştık (= ve belagna ecelen’ellezi eccelte lena); [Allah] buyurdu ki: Durağınız ateştir; Allah’ın dilemesi hariç orada ebedi kalacaksınız (= kale’n naru mesvaküm halidine fiha illa ma şa allah) ; şüphesiz Rabbin hakiym ve aliymdir.

Uccilet (ecellendirilmiş)

77/12 Ertelenmiş oldukları gün [hüküm günü] için (= li eyyi yevmin uccilet).

Ecel (süre, ecel)

2/282 Ey iman edenler; belirli bir süreye kadar birbirinize borç verdiğinizde (= iza tedayentüm bi deynin ila ecelin müsemma) onu yazın …
4/77 … kendilerine savaş yazılınca hemen içlerinden bir grup, insanlardan Allah’tan korkar gibi, hatta daha fazla korkmaya başladılar; “Rabbimiz, niçin bize savaş yazdın? Bizi yakın bir süreye kadar ertelesen olmaz mıydı?” dediler (= levla ahhartena ila ecelin karib); de ki: Dünya geçimi azdır, kim sakınırsa ahiret onun için daha hayırlıdır, size kıl kadar haksızlık edilmez.
6/2 O’dur sizi bir kilden yaratıp sonra bir ecel kaza eden (= huvellezi halekaküm min tıynin sümme kada ecela); belli bir süre de kendi katındadır (= ve ecelün müsemmen indehu); böyle iken siz hala kuşkulanıyorsunuz.
[Bu ayette geçen ikinci ecel, insanın ölümünden kıyamet gününe kadar geçecek olan süre olarak anlaşılabilir.]
6/60 O’dur ki, geceleyin sizi vefat ettirir (= ve huvellezi yeteveffaküm bil leyl) ve gündüzün ne işlediğinizi bilir; sonra sizi belirlenmiş bir sürenin kaza edilmesi için kendinize getirir (= sümme yeb’asüküm fihi li yukda ecelün müsemma); sonra dönüşünüz O’nadır; sonra da size yaptıklarınızı haber verecektir.
7/34 Her ümmetin bir eceli vardır; ecelleri gelince ne bir saat tehir edilir, ne de öne alınırlar (= ve li külli ümmetin ecelün fe iza cae ecelühüm la yesta’hirune saaten ve la yestakdimun).
7/135 Biz onlardan [İsrail oğullarından] bir süreye kadar (= ila ecelin) azabı kaldırınca, hemen yeminlerini bozmaya başladılar.
10/49 … her ümmetin bir eceli vardır; ecelleri gelince ne bir saat tehir edilir, ne de öne alınırlar (= li külli ümmetin ecelün fe iza cae ecelühüm la yesta’hirune saaten ve la yestakdimun).
11/3 Ve Rabbinizden mağfiret dileyesiniz, sonra O’na tevbe edesiniz ki, sizi belirlenmiş bir ecele kadar (= ila ecelin müsemmen) güzelce yaşatsın ve her lutuf sahibine lutfetsin; fakat eğer yüz çevirirseniz, ben sizin için büyük bir günün azabından korkarım.
11/104 Biz onu sadece sayılı bir süre için erteliyoruz (= ve ma nu’ahhiruhu illa li ecelin ma’dud).
13/2 Allah O’dur ki, gökleri görebileceğiniz bir direk olmadan yükseltti (= allahüllezi rafeas semavati bi gayri amedin teravneha); sonra Arş üzerine istiva etti (= sümm-esteva ilel arşi), güneşi ve ayı musahhar kıldı (= ve sahhara-ş şemse vel kamer), herbiri belli bir süre için akıp gitmektedir (= küllün yecri li ecelin müsemma); [Allah] emri yönetir, ayetleri tafsil eder ki, Rabbinizle karşılaşacağınıza kesin inanasınız (= bi likai rabbiküm tukınun).
13/38 Andolsun Biz, senden önce de elçiler gönderdik, onlara da eşler ve çocuklar verdik; Allah’ın izni olmadan hiçbir elçi ayet getiremezdi; her ecelin bir kitabı vardır (= li külli ecelin kitabun).
13/39 Allah, dilediğini mahveder, dilediğini bırakır; ana kitap O’nun yanındadır (= yemhullahu ma yeşa ve yüsbit ve indehu ümmül kitab).
14/10 Elçileri: “Gökleri ve yeri çatlatarak açan (= faatiri-s semavati vel ard) Allah hakkında mı şüphe [ediyorsunuz]? O, sizin günahlarınızdan bir kısmını bağışlamak ve sizi belirlenmiş bir süreye kadar ertelemek için (= ve yuahhiruküm ila ecelin müsemma) sizi davet ediyor,” dediler; onlar ise: “Siz de bizim gibi insandan başkası değilsiniz; bizi atalarımızın taptığından döndürmek istiyorsunuz; o halde bize açık bir delil getirin,” dediler.
14/44 İnsanları kendilerine azabın geleceği şu günden uyar ki, zalimler: “Rabbimiz, bizi yakın bir süreye kadar ertele (= rabbena ahhirna ila ecelin kariyb) de senin davetine icabet edelim ve elçilerine uyalım,” derler; peki, önceden sizin için hiç zeval olmadığına yemin etmemiş miydiniz?
16/61 Eğer Allah insanları zulümleriyle cezalandırsaydı, [yeryüzünde] tek canlı bırakmazdı; fakat onları belli bir süreye kadar erteler (= ve lakin yuahhiruhum ila ecelin müsemma); ancak ecelleri geldiğinde ne bir saat tehir edilir, ne de öne alınırlar (= fe iza cae ecelühüm la yesta’hirune saaten ve la yestakdimun).
20/129 Eğer Rabbin tarafından söylenmiş bir kelime ve belirlenmiş bir süre olmasaydı [onların helak edilmeleri] lazım gelirdi (= ve levla kelimetün sebekat min rabbike le kane lizamen ve ecelün müsemma).
22/5 … dilediğimizi belirli bir süreye kadar rahimlerde tutarız (= ve nukırru fil erhami ma neşau ila ecelin müsemma) …
22/33 [Kurbanlık hayvanlarda] sizin için belli bir süreye kadar faydalanma vardır (= lekum fiha menafiu ila ecelin müsemma) …
28/29 Musa [söz verdiği] süreyi tamamlayıp ailesiyle yola çıkınca Tur’un yan tarafında bir ateş gördü (= felemma kada musa el ecele ve sare bi ehlihi anese min canibi-t tur) …
29/5 Kim Allah ile buluşmayı umuyorsa Allah’ın süresi gelmektedir (= men kane yercu lika allahi fe inne ecel-allahi le aatin); O, işitendir, bilendir.
29/53 Senden azabı acele istiyorlar; eğer belirlenmiş bir süre olmasaydı, onlara hemen azab gelirdi (= ve yesta’ciluneke bil azabi ve levla ecelün müsemmen le cae hümül azab); fakat hiç farkında olmadıklar bir sırada o kendilerine ansızın gelecektir (= ve le ye’tiyennehüm bagteten ve hüm la yeş’urun).
30/8 Kendi nefslerinde hiç düşünmediler mi ki Allah, gökleri ve yeri ve bu ikisi arasında bulunanları ancak gerçek olarak ve belli bir ecel ile yaratmıştır (= eve lem yetefekkeru fi enfüsihim ma halek allahu-s semavati vel arda ve ma beynehüma illa bil hakki ve ecelün müsemma)? İnsanlardan çoğu Rablerine kavuşmayı inkar etmektedirler.

[Yukarıdaki ayette, “semavat ve arz ve bu ikisi arasındakiler”den bahsedilmektedir. Burada neden “ve ma fihinne” (= bu ikisi içindekileri) denmemiştir, bunu düşünmek gerekiyor.]

31/29 Görmedin mi Allah, geceyi gündüzün içine sokuyor, gündüzü de gecenin içine sokuyor; güneşi ve ayı musahhar kılmıştır; hepsi bir ecele doğru akıp gitmektedirler (= küllün yecri ila ecelin müsemma); Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
35/13 [Allah] geceyi gündüzün içine sokuyor, gündüzü de gecenin içine sokuyor; güneşi ve ayı musahhar kılmıştır; hepsi bir ecele doğru akıp gitmektedirler (= küllün yecri ila ecelin müsemma); işte Rabbiniz Allah budur, mülk O’nundur; O’ndan başka yalvardıklarınız ise bir çekirdek zarına bile malik değildirler.
35/45 Eğer Allah insanları kazandıkları yüzünden [hemen] tutacak [cezalandıracak] olsaydı [yeryüzünde] tek canlı bırakmazdı; fakat Allah onları belirli bir süreye kadar erteliyor (= velakin yuahhiruhum ila ecelin müsemma); Allah, kullarını görmektedir.
39/5 Gökleri ve yeri gerçeklik olarak yarattı; geceyi gündüzün üzerine sarar, gündüzü de gecenin üzerine sarar (= ve yükevvirül leyle alen nehari ve yükevvirün nehara alel leyl); güneşi ve ayı da musahhar kılmıştır, hepsi bir süre için akıp giderler (= küllün yecri li ecelin müsemma); dikkat et ki O, aziz ve çok bağışlayandır.
39/42 Allah, ölme vaktinde olan nefsleri vefat ettirir (= allahu yeteveffel enfüse hıyne mevtiha); ölmeyenleri de uykularında (= vellezi lem temut fi menamiha); sonra ölümü kaza ettiğini tutar (= fe yümsikülleti kada aleyhel mevt), ötekileri de belli bir ecele kadar gönderir (= ve yürsilül uhra ila ecelin müsemma); şüphesiz bunda düşünen bir ulus için ayetler vardır (= inne fi zalike le ayatin li kavmin yetefekkerun).
42/14 … eğer Rabbinden [onlar için] belli bir süreye kadar bir kelime geçmiş olmasaydı, aralarında hüküm verilirdi (= ve lev la kelimetün sebekat min rabbike ila ecelin müsemma le kudiye beynehüm) …
46/3 Biz, gökleri, yeri ve bu ikisi arasındakileri ancak hak ile ve belli bir ecel ile yarattık (= ma halakna-s semavati vel arda vema beynehüma illa bil hakki ve ecelin müsemma); kafirler uyarıldıklarından yüz çevirmektedirler.
63/10 Biriniz kendisine ölüm gelip de: “Rabbim, beni yakın bir süreye erteleseydin de sadaka verip iyilerden olsaydım,” (= lev la ahharteni ila ecelin karib) demeden önce, size verdiğimiz rızıktan sadaka verin.
71/4 Ki [Allah] günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi belli bir ecele kadar ertelesin (= ve yuahhirküm ila ecelin müsemma); muhakkak ki, Allah’ın süresi geldiği zaman ertelenmez, bunu bilseydiniz (= inne ecel allahi iza cae la yuahhiru lev küntüm ta’lemun).

Ecelen (bir süre)

6/2 O’dur sizi bir kilden yaratan, sonra da bir ecel kaza eden (= huvellezi halekaküm sümme kada ecelen); belirli bir süre de kendi katındadır; böyle iken siz hala kuşkulanıyorsunuz (= ve ecelün müsemmen indehu sümme entüm temterun).
17/99 Görmediler mi ki, gökleri ve yeri yaratan Allah, kendilerinin benzerlerini de yaratmaya kaadirdir? Onlar için de bir ecel yapmıştır ki onda tereddüt yoktur (= ve ceale lehüm ecelen la raybe fihi); zalimler ancak inkarda diretirler (= fe eba-ez zalimune illa küfura).
40/67 O’dur ki [önce] sizi topraktan yarattı (= hüvellezi halekaküm nin türabin); sonra nutfeden, sonra alekadan [embriyodan] yarattı; sonra sizi bir bebek olarak çıkarıyor; sonra güçlü çağınıza eresiniz, sonra da ihtiyarlar olasınız diye sizi yaşatıyor; içinizden kimi daha önce vefat ettiriliyor (= ve min küm men yuteveffa min kabli); belli bir ecele erişmeniz ve akledesiniz diye.

Ecelena (süremiz)

6/128 Hepsini bir araya topladığı gün: Ey cinler topluluğu, siz insanlarla çok uğraştınız, (= kad isteksertüm minel insi) [der]; onların insanlardan dostları derler ki: “Rabbimiz, birbirimizden yararlandık (= rabbena estemta’ ba’duna bi ba’din) ve bize verdiğin sürenin sonuna ulaştık (= ve belagna ecelena-ellezi eccelte lena); [Allah] buyurdu ki: Durağınız ateştir; Allah’ın dilemesi hariç orada ebedi kalacaksınız (= kalen naru mesvaküm halidine fiha illa ma şa allah); şüphesiz Rabbin hakiym ve aliymdir.

Ecelihi (onun süresi / eceli)

2/235 … ve farz olan bekleme süresi dolmadan nikah bağını bağlamaya kalkmayın (= ve la ta’zimu ukdeten nikahi hatta yeblugal kitabu ecelehu) …
2/282 Ey iman edenler; belirli bir süreye kadar birbirinize borç verdiğiniz zaman (= iza tedayentüm bi deynin ila ecelin müsemma) onu yazın … az olsun, çok olsun onu süresine kadar yazmaktan çekinmeyin (= ve la tes’emu en tektubuuhu sagiyren ev kebiren ila ecelihi) …

Ecelüha (onun süresi)

15/5 Hiçbir ümmet ecelini ne geçebilir, ne de ondan geri kalır (= ma tesbiku min ümmetin eceleha ve ma yesta’hirun).
23/43 Hiçbir ümmet ecelini ne geçebilir, ne de ondan geri kalır (= ma tesbiku min ümmetin eceleha ve ma yesta’hirun).
63/11 Allah, eceli geldiğinde hiçbir nefsi geciktirmez (= ve len yu’ahhir allahu nefsen iza cae ecelüha); Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.

Ecelühüm (süreleri)

7/34 Her ümmetin bir eceli vardır; ecelleri gelince ne bir saat tehir edilir, ne de öne alınırlar (= ve li külli ümmetin ecelün fe iza cae ecelühüm la yesta’hirune saaten ve la yestakdimun).
7/185 Onlar göklerin ve yerin yönetimi üzerinde ve Allah’ın bir şey’den yarattıkları üzerinde [bakıp] düşünmediler mi? Ecellerinin yaklaşmış olduğuna da (= ve en ‘asa en yekune kad ikterabe ecelühüm); peki, bundan sonra hangi söze inanacaklar?
10/11 Eğer Allah, insanlar hayrı acele istedikleri gibi, şerri de onlara acele verseydi, süreleri hemen kaza edilmiş olurdu; fakat Bizimle buluşmayı ummayanları Biz azgınlıkları içinde bırakırız, bocalar dururlar.
10/49 … her ümmetin bir eceli vardır; ecelleri gelince ne bir saat tehir edilir, ne de öne alınırlar (= li külli ümmetin ecelün fe iza cae ecelühüm la yesta’hirune saaten ve la yestakdimun).
16/61 Eğer Allah insanları zulümleriyle cezalandırsaydı, [yeryüzünde] tek canlı bırakmazdı; fakat onları belli bir süreye kadar erteler (= ve lakin yuahhiruhum ila ecelin müsemma); ancak ecelleri geldiğinde ne bir saat tehir edilir, ne de öne alınırlar (= fe iza cae ecelühüm la yesta’hirune saaten ve la yestakdimun).
35/45 Eğer Allah insanları kazandıkları yüzünden [hemen] tutacak [cezalandıracak] olsaydı [yeryüzünde] tek canlı bırakmazdı; fakat Allah onları belirli bir süreye kadar erteliyor (= velakin yuahhiruhum ila ecelin müsemma); Allah, kullarını görmektedir.

Ecelühünne (süreleri)

2/231 Kadınları boşadığınızda, [bekleme] sürelerini tamamladılarsa (= fe belagne ecelehünne); ya onları iyilikle tutun; ya da iyilikle bırakın …..
2/232 Kadınları boşadığınızda [bekleme] sürelerini tamamladılarsa (= fe belagne ecelehünne), kendi aralarında güzelce anlaştıkları takdirde [eski] kocalarıyla evelenmelerine engel olmayın; …
2/234 İçinizden vefat edenlerin geriye bıraktıkları eşleri dört ay on gün [bekleyip] kendilerini gözetirler; sürelerini tamamlayınca (= fe iza belagne ecelehünne) artık kendileri için uygun olanı yapmalarında size bir günah yoktur; Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
65/2 Sürelerini tamamladıklarında (= fe iza belagne hünne) ya onları güzelce [yanınızda] tutun, yahut onlardan ayrılın; …
65/4 … hamile olanların [bekleme] süresi (= ve ulatul ahmali ecelehunne), yüklerini bırakmaları kadardır …

El Eceleyn (iki süre)

28/28 [Musa] dedi: “Bu seninle benim aramızda [bir sözleşme]; demek ki iki süreden hangisini tamamlarsam (= eyye mel eceleyni kadaytu), bana düşmanlık yok; Allah bu söylediğimize vekildir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Halife Abdulhamid II'nin duasinin duzeltilmis hali:

" Allahım helal etmiyorum!   Şahsımı değil, ümmetimi bu hale getirenlere, hakkımı helal etmiyorum! Beni, benim için lif lif yolsalar, c...