ZAMAN
El-an (şu anda, şimdi)
=================
[“An” kelimesi, Kitap’ta “şu anda”, “şimdi” manalarında kullanılıyor.]
2/71 … işte şimdi gerçeği getirdin …
2/187 … Artık şimdi onlara yaklaşın.
4/18 … ölüm gelip çatınca; “ben şimdi tevbe ettim,” diyenlere …
8/66 Şimdi Allah sizden [endişelerinizi/günahlarınızı] hafifletti…
10/51 … şimdi mi inandınız?…
10/91 … şimdi mi? Oysa sen [Fir’avn] daha önce isyan etmiş ve fesatçı olmuştun.
12/51 … el ane hashasel hakk (= işte şimdi hak yerini buldu)
72/9 … artık şimdi [cinlerden] kim dinlemek istese kendisini gözeten bir ışın bulur.
Hıyn (zaman)
============
[“Hıyn” kelimesi Kitap’ta iki manada kullanılıyor: 1) “an” manasında, 2) “zaman” manasında, 3) süresi belli olmayan bir “zaman aralığı” manasında kullanılıyor.]
2/36 … Birbirinize düşman olarak inin; sizin yeryüzünde bir zamana kadar (= ila hıynin) kalıp yaşamanız gerekiyor.
2/177 …[savaş için] bir araya geldikleri zaman (= hıynel be’s) sabredenler …
5/101 … eğer Kur’an indirildiği zaman (= hıyne yünezzilül kur’an) onları sorarsanız size açıklanır …
5/106 Ey iman edenler, birinize ölüm zamanı gelince vasiyet zamanı (= hıynel vasiyyeti) sizden iki adil kişi şahitlik etsin…
7/24 … yeryüzünde bir zamana kadar (= ila hıyn) kalıp geçinmeniz gerekiyor …
10/98 … onları bir zamana kadar (= ila hıyn) yaşatmıştık.
11/5 … örtülerine büründükleri zaman bile (= hıyne yestağşune siyabehüm) bile Allah, onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını bilir.
12/35 … bu delilleri gördükleri halde yine onu [Yusuf’u] bir zamana kadar zindana atmak kendilerine uygun geldi.
14/25 Rabbinin izniyle her zaman (= külle huynin) meyvesini verir…
16/6 hıyne türiyhune ve hıyne tesrehun … (mer’adan getirdiğiniz zaman ve gönderdiğiniz zaman…)
16/80 … bir zamana kadar (= ila hıyn) kullanacağınız giyecek …
21/39 Kafirler … ateşi savamayacakları zamanı (= hıyne la yekuffune) … bir bilselerdi.
21/111 … [azabın ertelenmesi] belki sizi denemek ve bir zamana kadar (= ila hıyn) yaşatmak içindir.
23/25 … “bir zamana kadar (= ila hıyn) onu [Nuh’u] gözetleyin.”
23/54 … bir zamana kadar (= ila hıyn) onları gafletleri içinde bırak.
24/58 … öğle zamanı elbiselerinizi çıkarıp yatacağınız zaman (= ve hıyne tedaune siyabeküm) …
25/42 … azabı gördükleri zaman (= hıyne yeravnel azab) kimin yolunun sapık olduğunu bileceklerdir.
26/218 O, seni görür, namaza durduğun zaman (= hıyne tekuum).
28/15 Halkı kendisinden habersiz olduğu bir zamanda (= hıyne gafletün) [Musa] şehre girdi…
30/17 O halde akşama girdiğiniz zaman (= hıyne tumsun).
30/17 Ve sabaha erdiğiniz zaman (= ve hıyne tüsbihun) Allah’ı tesbih edin.
30/18 Göklerde ve yerde günün sonunda da , öğleye erdiğiniz zaman da hamd O’na mahsustur.
36/44 Bizden bir rahmet ve bir zamana kadar geçinmeniz için (= illa rahmeten minna ve metaen ila hıyn).
37/148 İman ettiler ve Biz de onları bir zamana kadar (= ila hıyn) geçindirdik.
37/174 Bir zamana kadar (= ila hıyn) onlardan yüz çevir.
37/178 Bir zamana kadar (= ila hıyn) onları kendi hallerine bırak.
38/3 … fakat artık kurtuluş zamanı (= hıyne menas) geçmişti.
38/88 Bir zaman sonra onun haberinin [gerçek olduğunu] çok iyi bileceksiniz.
39/42 Allah, ölüm zamanı nefsleri tutar (= Allahu yeteveffel enfüsü hıyne mevtiha) …
39/58 Yahut azabı gördüğü zaman (= hıyne teral azab) …
51/43 Semud’a da; bir süreye kadar sefa sürün denmişti (= ve fi semude iz kıyle lehum temetteu hatta hıyn).
52/48 … [namaza] durduğun zaman Rabbini övgü ile an (= ve sebbih bi hamdi rabbike hıyne tekuum).
76/1 İnsan üzerinden, o anılmaya değer bir şey değilken devirden bir zaman geçmedi mi? (= hel eta ‘alel insani hıynün min-ed dehri lem yekün şey’en mezküra).
Hıyne izin
56/84 Ki siz de o zaman (= hıyne izin) [ölmekte olan kimseye] bakar durursunuz.
Vakt
==========
[“Vakt” kelimesi Kitap’ta, “günün bir vakti” manasında kullanılıyor. “Vakt” kelimesi, “saat” kelimesinin aksine, bir zaman aralığını değil, belli bir zamanı (mesela kuşluk vakti) ifade etmede kullanılıyor.]
15/38 Bilinen vaktin gününe kadar (= ila yevmil vaktil ma’lum).
38/81 Bilinen vaktin gününe kadar (= ila yevmil vaktil ma’lum).
[Yukarıdaki iki ayette, “yevmil vakt” (= vaktin günü) ifadesi, “yevmüs-saah” (= saatin günü) ifadesine benzer bir gramer içinde kullanılmaktadır.]
Li vaktiha
7/187 … onu [Saat’i] tam vaktinde tecelli ettirecek olan ancak O’dur (= la yücelliha li vaktiha illa huu) …
Mikatu
7/142 … böylece Rabbinin tayin ettiği vakit tamamlanınca (= fe temme mikatu rabbihi) …
26/38 Böylece sihirbazlar belli bir günün vaktinde bir araya getirildi (= fe cumias seharatü li mikati yevmin ma’lum).
56/50 Belli bir günün buluşma vakti için mutlaka toplanacaklardır (= li mecmu’une ila mikati yevmin ma’lum)
Mikaten
78/17 Muhakkak ki hüküm günü belli bir vakittir (= inne yevmel fasli kane mikaten).
Li mikatina
7/143 Musa tayin ettiğimiz vakitte Bizimle buluşmağa gelince (= ve lemma cae musa li mikatina)…
7/155 Ve Musa, Bizimle buluşma vakti için kavminden yetmiş adam seçti (= ve ehtare musa kavmehu seb’iyne raculen li mikatina)…
Mikatuhüm
44/40 Hüküm günü, hepsinin buluşma vaktidir (= inne yevmel fasli mikatuhüm ecme’iyn)
Mevakitu
2/189 … de ki; onlar insanlar ve hacc için vakitlerdir (= kul hiye mevakitu linnasi vel hacc).
Mevkuuta
4/103 … çünkü namaz, mü’minlere vakitli olarak yazılmıştır [farz kılınmıştır] (= kanet ‘alel mü’miniyne kitaben mevkuuta)
Saat (saat)
============
[“Saat” kelimesi Kitap’ta iki farklı manada kullanılmaktadır: 1) Kıyamet Saati manasında hususi bir olayı ifade eden çerçevede, 2) Günün kısa bir kısmını ifade eden bildiğimiz “saat” manasında.]
6/31 … o Saat kendilerine ansızın gelip çatınca …
6/40 … siz, Allah’ın azabı gelse, yahut o Saat gelse Allah’tan başkasına mı yalvarırsınız? …
7/187 ... O [saatin emri], göklere de yere de ağır gelmiştir...o size ansizin gelecektir...
9/117 Allah, Nebi’yi ve o zorluk saatinde ona tabi olan muhacirleri ve ensarı affetti…
10/45 … sanki onlar sadece gündüzün, görüşüp tanıştıkları bir saati kadar dünyada kalmış gibidirler …
10/49 … her ümmetin bir eceli vardır; ecelleri gelince ne bir saat geri kalırlar, ne de ileri giderler.
12/107 ... onlar hiç farkında değilken ansızın o saatin kendilerine gelmeyeceğinden emin midirler?
15/85 … o Saat de mutlaka gelecektir.
16/61 …fakat onları [insanları] belli bir süreye kadar (= ila ecelin müsemma) erteler; ecelleri gelince ise ne bir saat geciktirilir, ne de bir saat öne alınır.
6/77 Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir; Saat’in emri bir göz açıp kapama gibi, yahut daha yakındır; şüphesiz Allah herşeye gücü yetendir.
18/21 … Allah’ın vaadinin hakk olduğunu ve Saat’te bir olasılık olmadığını bilsinler (= ve ennes saate la raybe fiha)
18/36 … “Saat’in kaim olacağını da zannetmiyorum” (= ve ma ezunnus saate kaimeten) …
19/75 … nihayet vaadedildikleri [azabı] yahut Saat’i gördüklerinde (= hatta iza raev) …
20/15 O saat mutlaka gelecektir; Herkesin peşinde koştuğu işlerle cezalanması için, neredeyse onu gizleyeceğim.
21/49 Sakınanlar görmedikleri halde Rablerinden korkarlar (= yahşevne), Saat’ten de çekinirler (= ve mine-s saati müşfikun).
22/1 Ey insanlar! Rabbinizden korkun; çünkü saatin depremi cidden korkunç bir şeydir (= inne zelzeletus saate şey'ün aziym).
22/2 Onu gördüğünüz gün her emziren emzirdiğinden geçer, her hamile yükünü bırakır; insanları sarhoş görürsün, halbuki onlar sarhoş değillerdir, ama Allah'ın azabı şiddetlidir.
22/7 Ve o Saat mutlaka gelecektir (= ve innes saatu atiyetün); onda olasılık yoktur (= la raybe fiha) …
22/55 İnkar edenler ise o saat ansızın kendilerine gelinceye, yahut o hayırsız günün azabı kendilerine gelinceye kadar ondan [Kur'andan] yana kuşku içindedirler.
25/11 … Biz Saat’i yalanlayanlara alevli bir ateş hazırlamışızdır.
30/12 O saat kaim olduğu gün (= yevme tekumus saatu) suçlular susarlar.
30/14 O saat kaim olduğu gün onlar [inananlar ve inanmayanlar] ayrılırlar.
30/55 O saat kaim olduğu gün (= yevme tekumus saatu) suçlular bir saatten fazla kalmadıklarına (= ma lebisu gayre saatin) yemin ederler...
31/34 Muhakkak ki Saat’in ilmi Allah katındadır…
33/63 … de ki; onun ilmi Allah katındadır; ne bilirsin, belki o Saat yakındır.
34/3 İnkar edenler; “o Saat bize gelmez,” dediler; de ki; hayır, gaybı bilen Rabbim hakkı için, o mutlaka size gelecektir; göklerde ve yerde zerre miskali [bir şey] O’ndan saklı kalmaz, ne bundan küçük ne de büyük; [hepsi] apaçık bir kitaptadır.
[Bu ayetten anlaşıldığına göre, inkar edenler – ve belki de bütün insanlar – daha önce ölmüş olsalar bile Kıyamet Saatinin dehşetini mutlaka göreceklerdir. Bunun nasıl olacağını bilemiyoruz, ama başka ayetler de bu manayı destekliyor (mesela 21/49 ayeti).]
34/30 De ki, sizin için belli bir gün vardır (= le küm mi’adu yevmin); ondan ne bir saat tehir edilirsiniz, ne de önceye alınırsınız (= la teste’hirune anhu saaten ve la testakdimun).
40/46 … Saat’in kaim olduğu gün de, “Fir’avn ailesini azabın en çetinine sokun,” [denilir].
40/59 Saat mutlaka gelecektir, onda olasılık yoktur (= innes saate le atiyetün la raybe fiha).
41/47 Saat’in ilmi Allah’a havale edilir. …
41/50 … “Saat’in kaim olacağını da zannetmiyorum”… (= ma ezunnus saate kaimeten)
42/17 ... Ne bilirsin, belki de o saat yakındır?
42/18 … iyi bil ki o Saat üzerinde tartışanlar uzak bir sapıklık içindedirler.
43/61 O [Kur'an veya Hz. İsa] saat için bir bilgidir (= ilmun); o saatin geleceğinden şüphe etmeyin, bana uyun; doğru yol budur.
43/66 Onlar ille de o saatin kendilerine hiç farkında olmadıkları bir sırada ansızın başlarına gelmesini mi bekliyorlar?
43/85 … Saat’in ilmi de O’nun yanındadır, …
45/27 Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır; o saat kaim olduğu gün, işte o gün iptalciler hüsrana uğrayacaktır.
45/32 Allah’ın vaadi hakdır; Saat’te de olasılık yoktur (= ves saatü la raybe fiha).
46/35 … azabı gördükleri gün sanki gündüzün bir saati kadar yaşamış gibi olurlar…
47/18 İlle saatin ansızın kendilerine gelmesini mi bekliyorlar? İşte onun belirtileri geldi; o uyarıldıkları saat kendilerine geldikten sonra öğüt almaları nasıl olur?
54/46 Hayır, buluşma zamanları o saatir; o saat cidden cok feci ve acıdır!
79/42 Sana Saat [hakkında] soruyorlar …
79/46 Onlar onu [Saat’i] gördükleri zaman [dünyada veya kabirde] sanki bir akşam veya kuşluk vakti kadar kalmış gibi olurlar.
El-yevm (gün)
============
[“Yevm” kelimesi ve türevlerinin geçtiği yaklaşı 400 ayet var, bunlardan ancak bir kısmını aşağıya kaydettim. Ayetlerde bu kelimenin kullanımlarına dikkatle bakınca, “gün” kavramının insanlar için de bulundukları yere göre – mesela dünyada ve ahirette - izafi olduğu dikkate çarpıyor.]
1/4 … yevmüddin
2/8 … yevmel ahira
2/85 … yevmel kıyameti
2/249 … el-yevme (bu gün)
3/9 … yevmün la raybe fihi
6/15 … yevmün aziym
6/73 … ve yevme yekulü lehu kün, fe yekun (ol, dediği gün olmuştur)
6/73 … yevme yunfahu fis suur (Sur’a üfürüldüğü gün)
6/158 Yevme ye’tiy ba’du ayatü rabbike la yenfeu nefsen imaneha lem tekün amenet min kabl (onun [Saatin] ayetlerinden bazıları geldiği zaman, daha önce iman etmemiş olan bir kimsenin imanı fayda vermez.)
7/14 … [İblis] dedi, “bana toplanacakları güne kadar mühlet ver (= kale enzirni ila yevmi yub’asun).
14/41 … yevme yekumul hisab
14/48 …yevme tübedelül arda gayrel ardi ve semavat (o gün arz, başka bir arza tebdil edilir, gökler de.)
15/38 … kale fe inneke minel munzariyn ila yevmil vaktil ma’lum (dedi: sen mühlet verildin, bilinen vaktin gününe kadar.)
17/58 Hiçbir kent yoktur ki Biz, kıyamet gününden önce onu yok edecek, yahut ona şiddetli bir şeklde azab edecek olmayalım; bu Kitab’da yazılmıştır.
18/19 … bir gün veya günün bir kısmı orada kaldık (= yevmen ev ba’da yevmin)
18/47 … ve yevme nüseyyirul cibale ve teral arda barizeten (= o gün dağları [kaldırıp] yürütürüz ve sen arzı dümdüz görürsün.)
19/15 Ve selamün aleyhi yevme vulide ve yevme yemutu ve yevme yub’asu hayya (= doğduğu gün ve öldüğü gün ve tekrar diriltildiği gün ona [Yahya] selam olsun.)
19/33 Ves selamu ‘aleyye yevme vulidtu ve yevme emutu ve yevme üb’asu hayya (= “doğduğum gün de, öleceğim gün de ve tekrar diriltileceğim gün de bana [İsa] selam verilmiştir.)
20/59 kale mev’uduküm yevm-üz ziyneti ([Musa dedi: müsabaka için] vadedilecek gün bayram günü olsun.)
20/102 … yevme yünfahu fis sur (= Sur’a üflendiği gün)
21/104 … yevme natvis semai ke tayyis-sicilli lil kütüb (= o gün semayı yazı tomarları [kitap sayfaları] gibi düreriz.)
22/55 … hatta ye’tiyes saati bagteten (= o saat ansızın gelinceye kadar)
23/113 … “bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık, sayanlara (= aaddiyn) sorun,” dediler.
25/22 … melekleri gördükleri gün, işte o gün mücrimlere müjde yoktur.
25/25 … ve yevme teşakkaku-s semae bil gamami ve nezzelel melaiketü tenzila (= gök bulutlarla yarılıp da melekler bir iniş indikleri gün)
26/38 … fe cemeas seharati fi mikati yevmin ma’lum (= sihirbazlar belli bir günün vaktinde bir araya getirildiler.)
26/88 … yevme la yenfeu malun vela benuun (= o gün ne bir mal, ne de evlatlar fayda vermez.)
27/87 … ve yevme yenfahu fis suur (= Sur’a üfürüldüğü gün)
28/71 … eğer Allah, geceyi kıyamet gününe kadar sürekli kılsa …
28/72 … eğer Allah, gündüzü kıyamet gününe kadar sürekli kılsa …
30/12 … yevme tekumus saate
30/14 … yevme tekumus saate
32/5 … sümme ya’rucu ileyhi fi yevmin kane mikdaruhu elfe senetin mimma teuddun (= sonra [emr], ölçüsü sizin saymanızla elli bin sene olan bir günde O’na yükselir.)
32/29 … yevmel feth (= fetih günü)
33/44 O’na kavuştukları gün “selam” ile karşılanırlar…
38/16 … yevmel hisab (= hesap günü)
38/26 … yevmel hisab (= hesap günü)
38/53 … yevmel hisab (= hesap günü)
40/16 … bu gün mül kimindir? Tek ve kahhar olan Allah’ın.
40/29 … [Musa dedi:] ey kavmim, bu gün mülk zahiren bu ülkede sizin.
[Bu ayette geçen “zahiriyne” kelimesi “galip gelenler” manasına da geliyor.]
44/10 … göğün açık [görülen] gir duman (= duhan) getireceği günü gözetle!
44/16 … o gün büyük bir vuruşla vururuz, zira Biz intikam alıcıyız.
50/20 … yevmül vaad
50/34 … yevmil hulud (= süreklilik günü)
50/42 … o gün o sesi gerçek olarak işitirler.
50/42 … yevmül huruc (= çıkış günü)
50/44 … yevme teşakkak-ul ardu anhum sera’an (= o gün yer üstlerinden yarılır, hızla koşarlar.)
52/9 … yevme temuuru-s semai mevra (= o gün gök bir çalkanışla çalkalanır.)
54/19 Biz onların [Aad ulusunun] üzerine uğursuz bir günde uğultulu bir kasırga saldık.
55/29 … külle yevmin hüve fi şe’nin (= o her gün maksatlı bir iştedir.)
56/50 … cemeas seharati fi mikati yevmin ma’lum (= sihirbazlar belli bir günün vaktinde bir araya getirildiler.)
57/12 O gün mü’min erkekleri ve mü’min kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında, koşar halde görürsün.
62/9 … yevmil cum’a (= Cuma günü)
64/9 Yevme yecme’uküm (= sizi topladığı gün)
66/7 Ya eyyühellezine keferu la ta’tezirul yevme … (= ey kafirler, bu gün özür dilemeyin)
70/4 Melekler ve Ruh, mikdarı elli bin sene olan bir günde O’na yükselirler.
70/8 … o gün sema erimiş maden gibi (= kel mühl) olur.
73/14 … o gün arz ve dağlar sarsılır (= tercüfu)
78/38 … o gün melekler ve Ruh sflar halinde dururlar.
78/39 … zalikel yevmül hakk (= işte bu hakk günüdür)
79/6 Yevme türceur racife (= o gün şiddetli sarsıntı sarsar)
79/7 Tetbeuher radife (= ardından başka bir sarsıntı gelir).
79/46 Ke ennehüm yevme yeravneha lem yelbisu illa aşiyyen ev duhaha (= onlar onu [o Saat’i] gördüklerinde sanki [dünyada] bir akşam veya kuşluk vakti kalmış gibi olurlar.)
80/34 Yevme yefirru-l mer’u min ahiyhi (= işte o gün kişi kaçar kardeşinden)
83/6 Yevme yekumun nasu li rabbil ‘alemin (= o gün insanlar alemlerin Rabbi’nin divanında dururlar.)
101/4 Yevme yekünün nasi kel feraşil mebsus (= o gün insanlar dağılmış gece kelebekleri gibi olurlar)
Yevmen
2/259 … bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık
18/19 … bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık
20/103 … kendi aralarında gizlice; “dünyada on günden fazla kalmadınız,” derler.
20/104 … en örnek aldıkları (= emselehüm tariykaten); “siz sadece bir gün kaldınız”, derler.
22/47 … Rabbinin katında bir gün, sizin saydığınızla bin sene gibidir.
23/112 Kale kem lebistüm fil ardi adede siniyne (= Buyurdu: Yeryüzünde kaç sene kaldınız?)
23/113 Kalu lebisna yevmen ev ba’da yevmin fes’elil ‘aaddiyn (= dediler: “Bir gün yahut günün bir kısmı kadar kaldık”, sayanlara sorun.
40/49 Ateştekiler cehennem bekçilerine dediler: “Rabbinize dua edin de hiç değilse bizden azabu bir gün hafifletsin.”
Yevmüküm haza
6/130 … bu gününüzde …
21/103 … işte bu vaadedildiğiniz gününüzdür (= haza yevmüküm-üllezi küntüm tuadun).
32/14 … bu gününüz …
39/71 … sizi bu gününüzle karşılaşacağınız hakkında uyaran elçiler gelmedi mi? …
45/34 … siz bu gününüzle karşılaşmayı nasıl unuttunuzsa …
Fi yevmeyni (iki günde)
41/12 Fe kadahünne seb’a semavatin fi yevmeyni ve evha fi külli semain emreha (= sonra onları iki günde yedi sema olarak kaza etti ve her semaya [o semanın] emrini vahyetti.)
Şehr (ay)
============
[“Şehr” kelimesi Kitap’ta zaman birimi ay manasında kullanılmaktadır.]
Eş-şehru
2/185 … Ramazan ayı (= şehrü ramedan) … ki Kur’an onda indirilmiştir …
2/194 Haram ay (= eş-şehrül haram) …
2/217 Sana haram ayında savaşmaktan soruyorlar …
5/2 … haram aya …
5/97 … veş şehrül harame …
34/12 Süleyman’a da sabah gidişi bir ay (= guduvvuha şehrun), akşam dönüşü de bir ay olan rüzgarı musahhar kıldık …
97/3 Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır (= leyletül kadri hayrun min elfi şehr).
Şehren
9/36
46/15
Şehreyni
4/92
58/4
Eş-şuhur
9/36
Eşhurin
2/197 Hac, bilinen aylardadır …
2/226
2/234
9/2
9/5
65/4
Sene (sene)
============
[“Sene” kelimesi Kitap’ta “sene/yıl” manasında kullanılmaktadır, fakat burada sene, 12 ay senesidir (yaklaşık 355 gün). Ayrıca bazı ayetlerde Allah katında bir günün insanların saydığı ile bin sene (22/47) olduğu da ifade edilmektedir. Bundan başka sayısı elli bin sene olan bir günden de bahsedilmektedir (32/5).]
Seneh
2/96 … her biri bin sene yaşatılmasını ister (= lev yu’ammeru elfe senetin)…
5/26 [Allah] buyurdu ki: Orası onlara kırk sene (= erba’iyne senetin) yasaklandı; o yerde şaşkın şaşkın dolaşacaklar …
22/47 … Rabbinin yanında bir gün, sizin saydıklarınızdan bin sene gibidir (= ve inne yevmen inde rabbike ke elfi senetin mimma te’uddun).
29/14 Andolsun Biz, Nuh’u kavmine gönderdik, onların arasında bin seneden elli [sene] eksik kaldı (= fe lebise fihim elfe senetin illa hamsine ‘ama)…
32/5 Emri gökten yere tedbir eder; sonra o mikdarı elli bin sene olan bir günde O’na çıkar (= sümme ya’rucu ileyhi fi yevmin kane mikdaruhu elfe senetin mimma tauddun).
46/15 … nihayet insan güçlü çağına erip kırkıncı senesine varınca (= ve belaga erbaiyne seneten) …
70/4 Melekler ve Ruh, mikdarı elli bin sene olan bir günde O’na çıkar (= ta’rucul melaiketü ver ruhu ileyhi fi yevmin kane mikdaruhu hamsine elfe seneh).
Siniyn
12/42 … fakat Şeytan o adama [Yusuf’un durumunu] söylemeyi unutturdu; böylece Yusuf birkaç yıl daha zindanda kaldı (= fe lebise fis-sicni bid’a siniyne).
12/47 [Yusuf] dedi ki: Siz adetiniz üzere yedi yıl [tahıl] ekersiniz (= kale tezrau seb’a siniyne) …
18/11 Bunun üzerine o mağarada nice yıllar onların kulaklarına ağırlık vurduk [onları derin bir uykuya daldırdık] (= fe darabna ‘ala azanihim fil kehfi siniyne adeda).
18/25 “[Onlar] mağaralarında üç yüz yıl kaldılar, dokuz da ilave ettiler” [dediler] (= ve lebisu fi kehfihim selase mietin siniyne ve ezdadu tis’an).
20/40 … Medyen halkı arasında yıllarca kaldın (= fe lebiste siniyne fi ehli medyene); sonra takdir ettiğimiz bir vakitte bize geldin ey Musa!
23/112 Ve buyurdu: Yeryüzünde sayıca kaç sene kaldınız? (= kale kem lebistüm fil ardi adede siniyne).
26/18 [Fir’avn] dedi ki: “Biz seni içimizde bir çocuk olarak yetiştirmedik mi? Ömründe nice yıllar aramızda kalmadın mı? (= kale e lem nürebbike fina veliyden ve lebiste fi na min umurike siniyn)
26/205 Görmedin mi, Biz onları yıllarca yaşatsak (= efe raeyte in metta’nahüm siniyne).
30/4 Birkaç yıl içinde (= fi bid’i siniyne); bundan önce de sonra da emr Allah’ındır; o gün mü’minler sevinir.
Es-siniyn
10/5 Güneşi ziya, ayı da nur yapan, senelerin sayısını ve hesabı bilmeniz için ona menziller takdir eden O’dur (= ve kadderehu menazile li ta’lemu aded-es siniyne vel hisab); Allah, bunları hak ile yaratmıştır; bilen bir ulus için ayetleri tafsil etmektedir.
17/12 Biz gece ve gündüzü iki ayet yaptık; gecenin ayetini sildik, gündüzün ayetini aydınlatıcı yaptık ki hem Rabbinizin lutfunu arayasınız, hem de senelerin sayısını ve hesabı bilesiniz (= ve li ta’lemu ‘aded-es siniyle vel hisab); Biz herşeyi iyice tafsil ettik (= ve külle şey’in fassalnahu tafsiyla).
[Bu ayetteki “gecenin ayetini sildik” ifadesi, ayın da daha önce parlak bir ışık verdiği fakat daha sonra sönüp karardığı şeklinde yorumlanmaktadır ki bu yerinde bir yorumdur.]
Dehr (devir / uzun zaman)
====================
45/24 Ve dediler ki; ne varsa şu düya hayatımızdır, başka değil; ölürüz, yaşarız, bizi sadece devir helak ediyor (= ve kalu ma hiye illa hayatüned dünya nemutu ev nahya ve ma yühliküna ille-d dehr) …
76/1 İnsan üzerinden, o anılmaya değer bir şey değilken devirden bir zaman geçmedi mi? (= hel eta ‘alel insani hıynün min-ed dehri lem yekün şey’en mezküra).
Ecel (ölçülü bir zaman süresi)
=======================
[“Ecel” kelimesi Kitap’ta “ölçülü bir zaman süresi” manasında geçmektedir.
Eccelte (= ecellendirmek)
6/28 Hepsini bir araya topladığı gün: Ey cinler topluluğu, siz insanlarla çok uğraştınız, (= kad isteksertüm minel insi) [der]; onların insanlardan dostları derler ki: “Rabbimiz, birbirimizden yararlandık (= rabbena estemta’ ba’duna bi ba’din) ve bize verdiğin sürenin sonuna ulaştık (= ve belagna ecelena-ellezi eccelte lena); [Allah] buyurdu ki: Durağınız ateştir; Allah’ın dilemesi hariç orada ebedi kalacaksınız (= kalen naru mesvaküm halidine fiha illa ma şa allah) ; şüphesiz Rabbin hakiym ve aliymdir.
Uccilet
77/12 Ertelenmiş oldukları gün [hüküm günü] için (= li eyyi yevmin uccilet).
Ecel
2/282 Ey iman edenler; belirli bir süreye kadar birbirinize borç verdiğiniz zaman (= iza tedayentüm bi deynin ila ecelin müsemma) onu yazın …
4/77 … kendilerine savaş yazılınca hemen içlerinden bir grup, insanlardan Allah’tan korkar gibi, hatta daha fazla korkmaya başladılar; “Rabbimiz, niçin bize savaş yazdın? Bizi yakın bir süreye kadar ertelesen olmaz mıydı?” dediler (= levla ahhartena ila ecelin karib); de ki: Dünya geçimi azdır, kim sakınırsa ahiret onun icin daha hayırlıdır, size kıl kadar haksızlık edilmez.
6/2 O’dur sizi bir kilden yaratıp sonra bir ecel kaza eden (= huvellezi halekaküm min tıynin sümme kada ecela); belli bir süre de kendi katındadır (= ve ecelün müsemmen indehu); böyle iken siz hala kuşkulanıyorsunuz.
[Bu ayette geçen ikinci ecel, insanın ölümünden kıyamet gününe kadar geçecek olan süre olarak anlaşılabilir.]
6/60 O’dur ki, geceleyin sizi vefat ettirir (= ve huvellezi yeteveffaküm bil leyl) ve gündüzün ne işlediğinizi bilir; sonra sizi belirlenmiş bir sürenin kaza edilmesi için kendinize getirir (= sümme yeb’asüküm fihi li yukda ecelün müsemma); sonra dönüşünüz O’nadır; sonra da size yaptıklarınızı haber verecektir.
7/34 Her ümmetin bir eceli vardır; ecelleri gelince ne bir saat geri kalırlar, ne de ileri geçerler.
7/135 Biz onlardan [İsrail oğullarından] bir süreye kadar (= ila ecelin) azabı kaldırınca, hemen yeminlerini bozmaya başladılar.
10/49 … her ümmetin bir eceli vardır; ecelleri gelince ne bir saat geri kalırlar, ne de ileri geçerler (= li külli ümmetin ecelün fe iza cae ecelühüm la yesta’hirune saaten ve la yestakdimun).
11/3 Ve Rabbinizden mağfiret dileyesiniz, sonra O’na tevbe edesiniz ki, sizi belirlenmiş bir ecele kadar (= ila ecelin müsemmen) güzelce yaşatsın ve her lutuf sahibine lutfetsin; fakat eğer yüz çevirirseniz, ben sizin için büyük bir günün azabından korkarım.
11/104 Biz onu sadece sayılı bir süre için erteliyoruz (= ve ma nu’ahhiruhu illa li ecelin ma’dud).
13/2 Allah O’dur ki, gökleri görebileceğiniz bir direk olmadan yükseltti (= allahüllezi rafeas semavati bi gayri amedin teravneha); sonra Arş üzerine istiva etti (= sümme-esteva ilel arşi), güneşi ve ayı musahhar kıldı (= ve sahhara-ş şemse vel kamer), herbiri belli bir süre için akıp gitmektedir (= küllün yecri li ecelin müsemma); [Allah] emri yönetir, ayetleri tafsil eder ki, Rabbinizle karşılaşacağınıza kesin inanasınız (= bi likai rabbiküm tukınun).
13/38 Andolsun Biz, senden önce de elçiler gönderdik, onlara da eşler ve çocuklar verdik; Allah’ın izni olmadan hiçbir elçi ayet getiremezdi; her ecelin bir kitabı vardır (= li külli ecelin kitabun).
13/39 Allah, dilediğini mahveder, dilediğini bırakır; ana kitap O’nun yanındadır (= yemhullahu ma yeşa ve yüsbit ve indehu ümmül kitab).
14/10 Elçileri: “Gökleri ve yeri çatlatarak açan (= faatiri-s semavati vel ard) Allah hakkında mı şüphe [ediyorsunuz]? O, sizin günahlarınızdan bir kısmını bağışlamak ve sizi belirlenmiş bir süreye kadar ertelemek için (= ve yuahhiruküm ila ecelin müsemma) sizi davet ediyor,” dediler; onlar ise: “Siz de bizim gibi insandan başkası değilsiniz; bizi atalarımızın taptığından döndürmek istiyorsunuz; o halde bize açık bir delil getirin,” dediler.
14/44 İnsanlari kendilerine azabın geleceği şu günden uyar ki, zalimler: “Rabbimiz, bizi yakın bir süreye kadar ertele (= rabbena ahhirna ila ecelin kariyb) de senin davetine icabet edelim ve elçilerine uyalım,” derler; peki, önceden sizin için hiç zeval olmadığına yemin etmemiş miydiniz?
16/61
20/129
22/5
22/33
28/29
29/5
29/53
30/8
31/29
35/13
35/45
39/5
39/42
42/14
46/3
63/10
71/4
71/4
Ecelen
6/2
17/99
40/67
Ecelena
6/128
Ecelihi
2/230
2/282
Ecelüha
10/5
23/43
63/11
Ecelühüm
7/34
7/185
10/11
10/49
16/61
35/45
Ecelühünne
2/231
2/232
2/234
65/2
65/4
El Eceleyn
28/28
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder